Geçtiğimiz Şubat ayında Olay Gazetesi'nden önce zorunlu izne çıkarılan ardından iş akdi feshedilen kızım Özlem Buğday Yağmur, işten çıkarılma sürecini ve kendisine kurulan tuzağı Şehir Gazetesi'nden Nihat Nasır'a anlattı.
Özlem Buğday Yağmur,haklı olarak kendisne kurulan tuzağın nedenini sorguluyor...
Çok yakında başka bilinmeyenlerde sorgulanacak...
Hiç ama hiç kimse ben yaptım oldu diyemez...
Güç bende ne istersem yaparım ve sonucunda haklıda çıkarım diyemez...
Nerede diyemez????
Herşeyden önce halkın vicdanında ve ilahi adaletin terazisinde diyemez.
Susmayı erdem bildik diye kimse bizlerin korkak ve ürkek olduğunu düşünmesin.
Özlem Buğday Yağmur'un Şehir Gazetesi'nden Nihat Nasır'a verdiği röportaj:
Gazetenin patronu Cavit Çağlar'a gazeteye geliş gidişlerini gösteren sahte bir liste verildiğini ileri süren Yağmur, kendisine faili meçhul bir tuzak kurulduğunu söyledi.
Geçen yıl Kasım'dan bu yılın Şubat ayına kadar 40-45 gün gazeteye uğramadığını gösteren listeyi görünce hayatının en sarsıcı şoklarından birini yaşadığını belirten Özlem Buğday Yağmur, ‘7 Şubat tarihli son yazım, patronumuz Cavit Bey’e verilen ve tamamıyla gerçek dışı olan bir liste sebebiyle sütundan kaldırıldı ve her şey bu şekilde başladı' dedi.
'Listede (Gazeteye hiç uğramamışım gibi) gösterilen günlerde öyle tarihler ki…
Bir kere yüzde sekseninde bilfiil oradayım.
O düzmece listedeki iddianın aksine, gitmişim ve yazımı gazetede yazmışım.
Yetmemiş, yıllık iznimin o tarihlere denk gelen bölümü, olduğu gibi işe gelmemişim gibi gösterilmiş!
O da yetmemiş, haftalık izinlerim işe gelmemiş gibi gösterilmiş!\'
\'Baştan aşağı düzmece!
Akıl oyunu gibi!
Ben vardım, o gazeteden içeri parmak basarak, yani kayıt altına alınarak giriyordum.
Ama gıyabımda üretilen listeye göre yoktum!
Gitmemiştim!
Gerçekte vardım, ama o düzmece çizelgeye göre yoktum.
Hakikat başkaydı, Cavit Bey’e sunulan liste başka!
Dehşet bir haksızlık. İnanılmaz bir zalimlik mevzu bahis!\'
İşte Nihat Nasır'ın Özlem Buğday Yağmur'la yaptığı o söyleşi:
İzine çıkarıldım “İşe gelmedi”sayıldım: Bir yazara nasıl tuzak kurulur?
Özlem Buğday Yağmur… Üç yıl birlikte mesai arkadaşlığı yaptığımız Olay gazetesi eski yazarı…
‘Niye eski?’, doğrusu bilemiyorum.
Hem zaten bu röportaj, bu ‘niye eski?’ sorusu üzerine kuruldu.
Özlem Hanım, inandığı doğruları eğmeden bükmeden yazabilen ender yazarlardan birisi.
Dünyaya, hayata ve olaylara bakış açımız bir hayli farklı fakat meseleleri ‘ahlak’ temelli elealmahususunda tam mutabık olduk hep.
Malum, bir süre önce beklenmedik bir biçimde gazetesindeki köşesinden uzaklaştırıldı Özlem Hanım…
Daha ayrılır ayrılmaz, “gel olan biteni bize anlat!” dedim.
“Olaylar biraz netleşsin, sonra konuşalım” diye mukabele etti.
Bence ‘olay netti’ ama madem kendisi öyle istiyordu, bana da “pekâlâ” demek düşüyordu.
Geçenlerde “yeterince zaman geçmedi mi?” diye sordum.
“Haklısın, sanırım konuşma zamanı” dedi ve biz de ‘dobra dobra’nın da ötesinde bir söyleşi yaptık bu müdanasız yazarla.
Bence,Bursa basını açısından kelimenin tam manasıyla ‘ibretlik’ bir hadise…
Hani nasıl derler, tam “al gözüm seyreyle” cinsinden bir durum.
Buyurun öyleyse biraz dramatik, biraz trajik ve biraz da ibretlik bu hadiseyi seyreyleyelim hep birlikte.
ÇOK TUHAF VE KÖTÜ ŞEYLER OLDU
-Özlem Hanım, tam olarak neler oldu? Olay Gazetesindeki on yıllık yazarlık görevinize neden son verildi?
Çok tuhaf ve hatta kötü şeyler oldu!
-Daha açık bir şekilde ifade eder misiniz?
Her şey son derece karmaşık ve çirkin olduğu için kabullenmesi kadar izahı da zor,
-O vakit anlatın da, başta basın camiası olmak üzere Bursa kamuoyu gerçekleri bilsin.
En yalın ve özet haliyle ifade etmek gerekirse, bana, işten çıkarılmam için bir tuzak kuruldu!!!
-Nasıl bir tuzak? Kim ve neden kurdu?
Bu tuzağı kimin kurduğu konusunda ne desem yalan olur! Zira, failim fena halde meçhuldür.
Bir kere daha zira, gidişime istisnasız tüm yöneticilerim üzüldüğüne, en azından yüzüme karşı son derece üzgün olduklarını söylediklerine ve bana yapılanın büyük bir haksızlık olduğu görüşünde birleştiklerine göre, tuzağı kimin kurduğunu anlamak, nete getirmek zor!
-Yahu siz en iyisi başınıza geleni tam olarak anlatın da, okuyucularımız da biz de anlayalım.
Neden sonuç ilişkisi kurarak anlatabilmek oldukça iddialı bir ifade olduğundan, anlatmaya çalışayım:
7 Şubat tarihli son yazım, patronumuz Cavit Bey’e verilen ve tamamıyla gerçek dışı olan bir liste sebebiyle sütundan kaldırıldı ve her şey bu şekilde başladı.
-Nedir o gerçek dışı liste?
Daha sonra benim de elime geçen ve gördüğüm an itibarıyla, hayatımın en sarsıcı şoklarından birini yaşadığım, (İşe geliş gidiş, yani gazeteye giriş çıkış günlerini belirten) bu sözde ve sahte listeye göre, güya ben kasım ayından itibaren, 40-45 gün süresince gazeteye uğramamışım!!!
Yalnızca aralarda, (O da listeye özenle serpiştirilmiş günler…) bir iki saatliğine gelip gitmişim!
-Bu doğru mu?
Böyle bir şeyin doğru olabilmesine imkan ve olanak var mı?
Listede (Gazeteye hiç uğramamışım gibi) gösterilen günlerde öyle tarihler ki…
Bir kere yüzde sekseninde bilfiil oradayım.
O düzmece listedeki iddianın aksine, gitmişim ve yazımı gazetede yazmışım.
Yetmemiş, yıllık iznimin o tarihlere denk gelen bölümü, olduğu gibi işe gelmemişim gibi gösterilmiş!
O da yetmemiş, haftalık izinlerim işe gelmemiş gibi gösterilmiş!
-Özlem Hanım, Olay Gazetesinin çalışanları işe gelirken elektronik parmak basma sisteminden geçiyor.
Buna rağmen, yani böyle bir kayıt sistemi varken, o tür bir listeyi hazırlamak hangi mantığa hizmet eder?
Allah sizi inandırsın, ben de üç aydır bunu düşünüyorum.
Hal böyle iken, böylesine gerçek ve mantık dışı bir listeyi kim neden hazırlayıp, bizatihi icat edip Cavit Bey’e sunsun?
Dedim ya, gördüğüm an hayatımın en büyük şoklarından birini yaşadığım o liste tamamıyla ve tamamıyla gerçek dışı!
Baştan aşağı düzmece!
Akıl oyunu gibi!
Ben vardım, o gazeteden içeri parmak basarak, yani kayıt altına alınarak giriyordum.
Ama gıyabımda üretilen listeye göre yoktum!
Gitmemiştim! Gerçekte vardım, ama o düzmece çizelgeye göre yoktum. Hakikat başkaydı, Cavit Bey’e sunulan liste başka!
Dedim ya, kavraması, inanması ve izahı çok zor.
Dehşet bir haksızlık.
İnanılmaz bir zalimlik mevzu bahis!
Birileri oturmuş, bu büyük haksızlığı, bir insanın iş yaşamı süresince başına gelmesi çok ama çok zor olan böylesi haksız bir planı kotarmış! Ve en önemlisi de NEDEN?…
-Sizce neden?
Hayatımın mihenk taşıdır felsefenin de başlangıcı olan bu soru… Oldum olası yanıtını arar dururdum. Şimdiyse bu konuyla alakalı olan “Neden?” sorusuna yanıt aramak ve bulmak en büyük meşgalem oldu.
-Anlattıklarınız, yani iddialarınız gerçekten sarsıcı!
Yazık ki öyle… Aradan üç ay geçmiş olmasına rağmen halen dahi anlamlandıramayışımı ve en önemlisi de, içime sindiremeyişimi göz önüne alacak olursak, başıma gelen şeyin adı (Ki ben tuzak diye nitelendiriyorum) gerçekten vicdan ve dürüstlük denen kavramdan zerre kadar nasip almamış bir dümen!
-Sonrasında neler oldu?
Eyvah eyvah! Sonrası daha da beter.
-Şu ana kadar anlattıklarınızdan daha beter ne olabilir ki?
Olur. Oluyormuş…
-Sizi dinlemeye devam edelim.
Gazetedeki son yazımın bu düzmece liste neticesinde yayından kaldırılması üzerine beni arayıp vaziyeti haber veren yönetici ve dostlarımın şoku…
Onların, elde o düzmece listeyle, birbirlerinin odasına giderek, “Yahu bu liste tamamıyla yalan!
Bu kız daha dün odama gelip şunu dedi” deyişleri…
Bir diğerinin, “Geçen gün de ben onun odasına uğradım” diyerek listenin gerçek dışı oluşuna ilişkin değerlendirmeleri…
Ardından benim böyle bir listenin üretilmiş olduğunu öğrenmem…
Olay Gazetesi Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Ali İnan’a giderek, bahse konu listeyi görmek istediğimi söyleyişim…
Son derece üzgün olan Mehmet Ali İnan’ın böyle bir listenin varlığından dahi haberdar olmadığını anlatışı…
Buna rağmen ısrar etmem.
İş yoğunluğu sebebiyle bana o gün için herhangi
bir liste verilemeyeceği söylenerek ertesi gün tekrar gelmemin istenmesi…
Ertesi gün gidişim ve bu kez koca bir yılı kapsayan bir başka listenin bana verilmesi…
İZİNE ÇIKARILDIM “İŞE GELMEDİ” SAYILDIM
-Olay yönetimi size, Cavit Çağlar’a verilen o ilk listeyi değil de, başka bir liste mi verdi?
Evet… Bana bir yıllık işe geliş gidiş performansımı gösteren bir başka liste verildi ki, o liste de evlere şenlik!
Sıradan sayayım:
O listeye göre de gazeteye gittiğim günler, YOK-GELMEDİ olarak kayıt altına alınmış.
Yıllık izinlerim, YOK-GELMEDİ olarak kayıt altına alınmış.
Haftalık izinlerim, YOK-GELMEDİ olarak kayıt altına alınmış.
Görevli olarak kongre takip ettiğim günler, YOK-GELMEDİ olarak kayıt altına alınmış.
Ankara’ya CHP kurultayını izlemeye gittim. O günler, YOK-GELMEDİ olarak kayıt altına alınmış.
Ülke genel seçime gitmiş, ben de her gazeteci gibi meydan meydan, miting miting dolaşıp izlemişim, hatta kimi miting alanlarından ana habere bağlanıp yorum yapmışım, o günler dahi, İŞE GELMEDİ olarak kayıt altına alınmış.
Sonbaharda iki kızım birden ağır bir Dizanteri geçirdi.
Bir haftası hastanede olmak üzere 20 günlük yoğun bir tedavi süreci yaşandı.
(Ki, Allah esirgesin, Dizanteri, zamanında ve doğru tedavi edilmediği takdirde halen dahi ölüme sebebiyet veren hastalıklar arasındadır.)
Her iki kızımı da kırk derece ateşle hastaneye zor yetiştirdiğimiz ilk gün dışında istisnasız her gün bilfiil yazımı yazmışım.
Yalnız bunun ilk bir haftalık sürecindeki yazılarımı, o dönemki Genel Yayın Yönetmenimiz Erol Bilenser’in bilgisi ve izni dahilinde, gazeteye gitmeyerek, karşılıklı yataklarda kollarında serumla yatan iki küçük çocuğun ortalarına sandalye çekip oturarak, dizimde bilgisayarım, istisnasız her gün yazmışım.
Yöneticimin bilgisi ve izni dahilinde yaşanan bu trajik süreç dahi, YOK-İŞE GELMEDİ olarak kayıt altına alınmış.
Bundan bir süre sonra ben kaza geçirmişim.
Dört tane cam çerçevenin üzerine, beş basamaktan düşerek kapaklanmışım.
Doktor, “Bir hafta ayağının üzerine basman yasak, istersen rapor vereyim” demiş.
Düşüncesi dahi komik gelmiş.
Görevimi yapmam için bana gereken şey zihnim ve ellerim.
Üzerine basamayacağım ayağım yüzünden rapor almak ne demek!
Yine Erol Bilenser’in bilgisi ve izni dahilinde o bir haftalık süreçte de yazılarımı mecburen evden yazmışım.
O günler de, YOK-İŞE GELMEDİ olarak kayıt altına alınmış.
Aslında bütün bu haklı gerekçeler dahi anlamsız benim için.
Aslolan, bana verilen ve savunmam istenen o bir yıllık listede, bizzat gazeteye gittiğim günlerin dahi, YOK-İŞE GELMEDİ olarak evriltilebilmiş olmasıdır ki, bunun üzerine çıkabilecek bir haksızlık, hukuksuzluk kabil değil olamaz!
BİRİLERİ CAVİT ÇAĞLAR’I YANILTMAK MI İSTEDİ?
-Bu durumda, biri elektronik sistemdeki kayıtları mı sildi?
Bu çok yüksek bir iddia!
Realiteyi bu haliyle yaşamış olmama rağmen, halen dahi bunu yapabilecek bir tek mesai arkadaşım ya da yöneticim canlanmıyor gözümde!
Çünkü bu yalan, çünkü bu düzmece ve önemlisi de zalimlik!
Bunu kim, neden yapsın?
Sonuçta çalıştığım yer özel sektör.
Beniişten çıkarmak için ne Cavit Bey’in gerekçe üretmeye ihtiyacı var, ne de benimle çalışmak istemeyen her hangi bir yöneticimin…
“Artık sizinle çalışmak istemiyoruz” demeleri yeter.
-Belki de birileri Cavit Çağlar’ı yanıltmak istemiş?
Muhtemeldir ki öyle.
Ama kim? Neden?
Niçin?…
Kim gerçek böyle değil iken düzmece bir listeyle işten çıkarılmamı sağlamaya çalışabilir?
-Şu’dur dediğiniz kimse yok mu?
Olamıyor.
Zira, ayrılırken, kiminle konuşsam herkes üzgün.
Erol Bilenser gerçeğin bu şekilde olmadığını çok iyi biliyor ve bunu patrona izah etmeye çalışıyor.
Benimle konuşurken uğradığım haksızlığın ve bunu yeterince izah edememiş olmasının samimi üzüntüsü içerisinde…
Cavit Bey’e sunulan ilk listeden haberi dahi olmadığını belirten Mehmet Ali İnan deseniz, ayrılış anında benim gazetede her gün yazısı çıkan bir yazar olarak son derece haklı olduğumu ve durum karşısında gerçekten çok üzgün olduğunu belirtiyor.
Dedim ya, akıl oyunu gibi!
Yazık ki failim meçhul!
-Bir de işe geliş gidiş saatleriniz söz konusu edilmişti o dönemler….
-Evet… O da var. Ben muhabirlikten gelme bir gazeteci ve yazarım.
Benim alanım, yerim, sokaklar, sosyal olaylar, sosyal yaralar, siyasi partiler, miting alanları, kongreler, kurultaylar, adaylık ilanları ve şu hayatta yaşanan, yazıya konu edilmesi gereken her şey…
Savunmam istenen o bir yıllık listenin ilk altı ayında ülke zaten seçim sathına girmiş.
Adaylık açıklayanlar, halka inenler, sokağa çıkanlar…
Cümlesinin peşindeyim.
Bu süreci yerinde, alanda izlememek gibi bir ihtimal yok.
Aksi halde, uyduramayacağınıza göre neyi, nasıl yazacaksınız?
Devlet Bahçeli gelmiş, Pazartesi günü miting yapmış. Sabahtan akşama kadar miting alanındayım.
Başbakan Pazar günü miting yapıyor.
Güya izin günüm.
Yine aynı şekilde çalışmış, üzerine ana habere bağlanıp yorum yapmışım.
Kılıçdaroğlu miting yapmış, Yine güya izin günüm, izlemişim.
Çünkü benim işim bu.
Böyle bir şey…
Bütün bunlar olup biterken, ülke seçime giderken sabahtan akşama kadar gazetede oturmam mümkün mü?
Üstelik, asıl odur kaytarmak, oturduğun yerden uydurmaktır!!!
Hamdolsun ki, meslek hayatım boyunca uğrunda emek vermediğim tek satırım yayınlanmamıştır.
Alın bir başka örnek:
Türk Eğitim-Sen, şu kentin kavruk çocukları da süt içebilsin diye örnek bir proje başlatmış, sabahtan akşama kadar onlarla okul okul gezmişim ki, döndüğümde olan biteni yazabileyim.
İstihbarat gelmiş, Fertur İlköğretim Okulu’nun binası çürük.
Çocukların başına çöktü çökecek.
O okula kaç kere gittiğimi, kaç tenefüs beklediğimi, velilerle, öğrencilerle ve öğretmenlerle görüşebilmek için ne kadar emek sarf ettiğimi (Düzmece liste olmasa dahi) Allah biliyor.
Hem sonra, iddia edilenin aksine, gazetede çok zaman geçirmek zul değil ki!
Bilakis keyif…
Önünde bilgisayar, karşında televizyon, elinin altında istersen saatlerce lak lak edebileceğin telefon… Masanın üzerinde tomarla gazete…
İste çayın gelsin, canın çekiyorsa bilgisayarda oyun oyna, olmadı müzik indir, o da olmadı film indir.
Baktın hiçbiri kar etmiyor, gece kaçırdığın diziyi izle!
Ekranda fal aç.
Envai çeşit siteye gir mel mel bak!
Benim böyle bir çalışma anlayışım, değil son bir yıl zarfında, meslek hayatımın tek bir gününde dahi olmamıştır ki.
Ben tüm zamanlarda alacağımı dışarıdan, alandan, sokaktan aldım, gazeteye o derlediklerimi yazmak için geldim. Çünkü bize böyle öğretildi.
Dedim ya, ben muhabirlikten gelme bir gazeteciyim.
Hiç unutmam, o zamanlar gazetenin politika muhabiriyim ve kızlarımın doğumuna 20 gün var…
Bu kentin görüp görebileceği en iyi habercilerden, haber müdürlerinden biri olan Sevgili Erdal Abim (Erdal Çolak…)
müdürümüz.
Ve ben dahil tüm muhabir arkadaşlarımı, “Bu büroda akşam oluncaya kadar hiç birinizi görmeyeceğim!” Diyerek cümlemizi haber bulmaya gönderdiği vakit, üç can taşıyan o koca bedeni bütün gün nerelerde gezdireceğimi kara kara düşünmüş bir gazeteci olarak benim refleksim bu.
Gazeteci bir bütün günü kaidesinin üzerinde oturarak geçirmez!
Kaldı ki, o dönemde Olay Gazetesinde çalışan bir çok yazar arkadaşımın işe geliş gidiş saatleri benimkiyle paralellik taşıyordu!
Daha da tuhaf olan, işime son verildiği güne kadar bir Allah’ın kulu da bana, “Yok kardeşim, şimdi şartlar değişti…
Erkenden gel, nasıl vakit geçirirsen geçir ama akşama kadar burada otur!” demedi.
Şu satırları okuyan istisnasız herkesi temin ederim ki, yazarlık görevinin böyle bir misyonu olduğunu, ya da kurumun böyle bir kuralı olduğunu dahi bilmiyordum.
-Bilseydiniz?..
Öyle çalışmanın mesleğin tabiatına aykırı olduğunu izah etmeye çalışırdım.
Elbette gazetede uzun vakitler geçirdiğimiz zamanlar da oldu.
Çünkü o günün şartları da onu gerektirirdi.
Konuklarımız gelirdi.
Oturur, bekler, ağırlar, görüşür, aldıklarımızı yazıya aktarırdık.
Öyle zamanlar gelirdi ki, kurumda olmamız önem taşırdı.
O zamanlarda da o görevi yerine getirirdim.
Velhasıl ben, gazetede gereksiz ve lüzumsuz zaman geçirmenin, oranın tamamıyla bedava olarak sunulan olanaklarını israf etmek olarak gördüm daima.
Dışarıdan alacağımı aldım.
Gazeteye de onu ürüne, yani yazıya dönüştürmek için geldim.
Ama bir de baktım ki, organize işlerin (Meçhul) organizatörleri bunu işi kaytarmak olarak lanse etmiş!
'TAZMİNATIMI ALAMADIM…'
Şu anki durum nedir Özlem Hanım? Tazminatınızı alabildiniz mi?
Ne yazık ki hayır!
Mehmet Ali İnan son görüşmemizde, bana tamamıyla haklı olduğumu ve durumuma çok üzüldüğünü sözel olarak belirttikten sonra işten çıkarılış belgemde de tazminat haklarımı alacağımı bilhassa kayıt altına aldı.
Lakin, her ne olduysa, ben henüz tek kuruş para alamadım!
-Bu durumda maddi olarak da mağdur edildiniz?
Sol dünya görüşünün tüm kavramlarına yürekten inanmış, en azından inanmaya çabalamış bir insan olarak az sonra söyleyeceklerimin hiçbir yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermeyeceği umuduyla ve aynı zamanda şükrederek diyorum ki, beni mağdur eden, yaralayan ve ne yazık ki şu yaşımda yüksek tansiyon hastası olmama sebebiyet veren şey, Olay Gazetesinden aldığım maaşın artık olmayışı ya da tazminatımın ödenmemesi sebebiyle banka hesabımın tamtakır oluşu değildir.
Ve yine çok şükür ki, ne çocuklarımın, ne de ailemin yaşamı Olay Gazetesinden aldığım maaşla idame ettirilmiyordu.
Ekonomik açıdan hiç kimseye ve önemlisi de zalime muhtaç olmadan yaşamımızı aynı şartlar altında sürdürüyoruz.
Ve fakat, böyle olmayabilirdi.
Sonuçta o sahte listeleri hazırlayıp, o tuzağı kuranlar, maddi olanaklarım hakkında fikir sahibi olmayanlardır.
Ve yine onlardır ki, karlı bir kış gününde iki çocuk annesi bir kadını tuzak kurarak işinden etmişlerdir.
Şartlar çok farklı olabilirdi.
Ben çocuklarımı yetiştirebilmek için o maaşın ve hakkım olan tazminatın her kuruşuna muhtaç bir anne olabilirdim. Yazık… Çok yazık!
-Dava açtınız mı?
Ne yazık ki açmak zorunda kaldım.
Biliyor musunuz, toplamda 12 yıl çalıştığım o kuruma karşı işe iade davası açmak bile izahı zor bir şekilde canıma dokundu.
Olay Gazetesi adresimdi benim.
Yerimdi, yurdumdu, aşkla bağlı olduğum mesleğimi yaşadığım kurumdu.
Son güne kadar bekledim.
Elim gitmedi, dilim gitmedi.
Lakin, mevzu yalnızca para değil.
Benimkisi bir nevi rüştümü, haklılığımı ispatlama çabası…
Parabir şekilde kazanılır da, iftiraya uğramış olmanın acısı harbiden tarifsiz bir gönül yarası!
Tek derdim, çalışma hayatım boyunca ne mesleğime, ne de çalıştığım kuruma asla ama asla ihanet etmediğimi hukuk nezdinde de ispatlamak.
Daha da önemlisi, iki küçük cadıma açıklama borcum var!
Zira onlara göre, bir insanın 12 yıl çalıştığı iş yerinden kovulması için, ya başarısız, ya hırsız, ya arsız, ya da şerefsiz olması gerekiyor.
Beşerin nasıl da şaşabileceğini hiç hesaba katmadan böyle öğrettim onlara…
Daha da hazin olansa, annelerinin hangi gruba girdiğini anlatamıyor oluşum.
Dolayısıyla, işe iade davasını açmak suretiyle rüştümü ve haklılığımı ispatlamak, her şeyden önce çocuklarıma olan borcumdur.
Sonrasına gelince…
Bakın işte o da ayrı bir dert! Bu kez de onlar soracak analarının en sevdiği soruyu…
“Neden?” diyecekler…
“Neden sana bu kötülüğü yaptılar?”
'YAYINDAN KALDIRILAN YAZINIZ MI ETKİLİ OLDU?'
-Özlem Hanım, son soru yayınlanmayan son yazınızla ilgili gelsin.
Çünkü o yazı da işten çıkarılışınıza bir gerekçe olarak öne sürülmüştü.
Yayınlanmayan son yazımla ilgili sorunuzu en ufak bir samimiyetsizliğe yer bırakmaksızın, tüm meslek hayatım boyunca olduğu gibi zerre kadar tedirgin olmadan yanıtlayacağım.
Yayından kaldırılan son yazım, CHP içindeki mezhep çelişkisi-yarışı ve açmazına ilişkindi.
Daha da açacak olursam, tüm zamanlarda CHP’nin sigortası olan, partinin baraj sorunu yaşama ihtimali karşısında defans geliştiren Aleviler’in, şu an gelinen noktada parti içindeki (Bana göre) fazla ayrımcı yapılanma ihtiyaç ve hamlesine ilişkin bir tespit yazısıydı.
Yazı doğruydu, tespit yerindeydi.
Çünkü gerçekti.
Bütün bunları zerre kadar tedirginlik duymadan aktarıyorum.
Zira bu ülkede insanlar Alevi olduğunu açıkça deklare edemezken, Alevilik kapalı bir toplum olma ihtiyacı ve bir o kadar da haklı sebeplerle gizli gizli yaşanırken, Alevi olmak, CHP çatısı altında şimdilerdeki gibi siyasi bir trend ya da tercih sebebi değil iken ve en önemlisi de muhtelif kariyer kapılarını ardına kadar açmıyorken, bundan tam 16 yıl önce ben hayatımı Alevi bir insanla birleştirdim.
(Bunun böyle olabileceğine kat-i surette ihtimal veremiyor olmakla birlikte) Şayet bu iddia doğru ise ve şayet son yazımsa her şeye sebep olan, dibine kadar arkasındayım.
İddialardaki ihtimalleri de hesaba kataraktan, kimseciklerin hatırı kalmasın diye son söz:
Bana tuzak kurarak, 12 yıl büyük bir gururla çalıştığım gazetemdeki görevimden ayrılmama sebep olanları önce Allah’a, sonra da Ali’ye havale ediyorum ki, cümlesine dert olsun!
-Görüldüğü gibi Özlem Hanım, uğradığı haksızlıktan ötürü bir hayli dolmuş ve adeta feveran edecek noktaya gelmiş.
‘Kul Hakkı’ olgusunun zerre kadar kaale alınmadığı böylesi durumlarda ne desek boş…
|