SOLUN EHRİMAN’LARI romanını yazmayı bir yurttaşlık görevi olarak gördü.Ülkesini ve halkını seven her namuslu yurttaşın bu romandaki gerçekleri paylaşıp ders çıkarmasını arzu ediyor”. Bu sözler kitabının girişinde Güler Buğdayı tanıtmak amacı ile yazılmış. Kitabın adı için Güler Buğdayın kendisi şunları yazmış: “Sevgili okuyucu! Gerekçeleri ortada olsa da,, romanıma neden böyle bir ad verdiğimi sanırım açıklamam gerekiyor. Çünkü 12 Eylül sonrası; sürekli iç hesaplaşma ve kısır tartışmalar sonucu birbirlerini tüketip yok eden sosyal demokratların, yaptıkları hatalarla yüzleşip, vicdanları ile hesaplaşarak, gerçekleri görmesi gerekiyordu”.
Bu yürekli hesaplaşmasının iyi anlaşılması için Güler Buğday’ın etkisi altında kaldığı siyasal yorumlarının altını çizmek gerekir. Önce bazı saptamalar yapmış: “Yıllardır sindirilmiş, ezilmiş, pasifize edilmiş Türk solu, bazı aydınlar ve bu baskılardan fazlaca nasibini almış olan geniş halk kesimi; demokratik açılımların ve özgürlüklerin kolayca verilmesinden duyduğu memnuniyetle bayram yapıyor. ‘Deliye her gün bayram’ örneğindeki gibi! Kimse kağıt üstünde verilmiş görünen özgürlüklerin uygulanmadığını, kanunların göz boyamak ve ‘takiyeli’ iktidarlarına meşruiyet sağlamak için çıkarıldığını fark edemiyor. Demokrasinin yerini ‘oligarşik’ bir yapıya terk ettiğinin ayırımında olmuyor. Sol ve sosyal demokrat kesim ise; parti içi iktidar savaşlarından başını kaldıramıyor…Üzerlerine örtülen ölü toprağından silkinip, ülkenin üzerinde oynanan sistemli oyunu bozamıyor. Tehlikenin büyüklüğünü kavrayamıyor!”. Güler Buğday özetle, “ TC, uzun yıllar sağ iktidarlar eliyle uygulanan antikomünist, önce ‘yeşil kuşakçı’, şimdilerde ‘ılımlı islamcı’ teslimiyetçi politikalarla bu günlere gelmiştir” demektedir.
Özeleştiriye dönük bazı satırlarının altını çizmek gerekirse: “Türkiye’deki sol, özellikle sosyal demokratlar, Habil ve Kabil’den sonra, kardeş kavgasını en acımasız uygulayan temsilcilerdir”. “Sosyal demokratlar, geniş halk kitlelerinin umudu ve güvencesi olması gerekirken, kendilerine kerhen oy verilen siyasi partiler konumuna düşmüştür. Bu vahşi iklimde güç ve itibar kazanan siyaset Ehrimanlar’ı, halkın sola ve sosyal demokrasiye olan inancını, beklentisini ve güvenini, kökünden yok etmiştir. Son tahlilde sol, sosyal demokrat olduğunu iddia eden tüm partiler, kendi doğal tabanlarını, din istismarı yapan şeriat partilerine kaptırdılar..”. Güler Buğday burada Hegel’in bir sözünün özellikle altını çizmiş, “ Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir; birinci kez trajedi, ikinci kez komedi olarak!”
Güler Buğday’ın kitabına taktığı adın tarihsel kaynakları ile ilgili mitolojiden aktardığı şu hikaye bence, yazdıklarına çok uygun düşmüş: “Paula Coelho’nun ‘Şeytan ve Genç Kadın’ romanında Ahriman (ehriman ) şöyle tanımlanır; Zaman tanrısı evreni yarattıktan sonra çok önemli bir şeyin eksik olduğunu hisseder. Bütün bu güzelliklerin tadını birlikte çıkaracağı biri yoktur. Tam bin yıl , bir oğlu olsun diye dua eder. Aslında kendisi her şeyin hakimi ve efendisidir. Yine de dua eder ve sonunda gebe kalır. Ne var ki, gerçekleşeceğini anladığı oğul dileğinden pişmanlık duymaya başlar. Çünkü, dengelerin ne kadar kolay değişeceğinin farkına varmıştır. Ama artık çok geçtir. Yalvarıp yakarsa da ancak karnında taşıdığı erkek çocuğun ikiye bölünmesini sağlayabilir. Zaman Tanrısının dualarına karşılık olarak İyi (hürmüz), pişmanlığına karşılık olarak da kötü (Ahriman) doğar. İkiz oğullar. Kaygılar içindeki Zaman Tanrısı, rahminden ilk çıkanın Hürmüz olması için çabalar, amacı, Hürmüz’ün kardeşine göz kulak olması ve Ahriman’nın evrende hiçbir şeye zarar vermemesidir. Yine de Ahriman, kurnaz ve becerikli olduğu için doğum sırasında Hürmüz’ü bir yana itmeyi ve yıldızların ışığını ilk gören bebek olmayı başarır. Ne yapacağını bilmeyen Zaman Tanrısı, Hürmüz’e yardımcı olmaya kara verir. Hürmüz ile birlikte olup savaşarak Ahriman’ı alt edecek ve onun dünyaya hakim olmasını engelleyecek insan ırkını yaratır.”.
|