Normal demokrasiden “ileri demokrasiye” geçtiğimiz o kadar çok tekrarlandı ki neredeyse inanıp mutlu olacaktık. Ama sivil toplum kuruluşlarından iş adamlarına, medyadan üniversitelere kadar “her kim konuşur ve farklı bir şey söyleyecek olursa” anında demokrasilerde görülmeyen bir baskının ortaya çıkması buna izin vermiyor.
Hani öyle ki neredeyse “konuşan ağızlara biber sürülmediği” eksik kalacak... Geçen Aralık ayında Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Celal Bayar Üniversitesi’ni ziyareti sırasında protesto gösterisi yapan, buna kızan Rektör Pakdemirli’ye de “Biz görevi Atatürk’ten devraldık, Atam izindeyiz” diyen iki öğrenciye üniversiteden uzaklaştırma cezası verilmiş.
YUMURTALISI DA VAR
Türkiye Gençlik Birliği Manisa İl Temsilcisi Erdem Özdemir’e iki dönem, İl Sekreteri Burak Ünlü’ye bir dönem ceza.. O sıralarda Süheyl Batum ve Burhan Kuzu’ya da bir başka üniversitede yumurtalı protesto yapılmıştı. Olabilir, bu olaylardan yıllar önce hepimizin üniversite dönemlerinde de siyasetçilere yumurtalı, pankartlı protestolar, çeşitli nedenlerle okul boykotları yapılıyordu, bugünden sonra da öğrenciler tümüyle susmayacaktır.
Hiçbir ülkede de susmaz, çünkü öğrenci psikolojisi, o delikanlılık yıllarında “toplu tepkinin verdiği haz” normal duygularla karşılaştırılamaz, yasakla, disiplinle filan da önlenemez.
KAYBOLAN YILLAR
Şiddet veya saygı dışına taşmak elbette hiçbir ortamda hoş değil ama daha önce bundan çok daha fazlası yaşandı üniversitelerde. Gençlerin ve ailelerinin hayatında koca bir yıl ya da koca bir dönem kayıp ne kadar önemlidir, biraz daha hoşgörü gösterilemez miydi yani? “Sizi okuldan atarım” sözünü mutlaka ve katı şekilde gerçekleştirmek yerine bunu tercih etmek çok mu imkansızdı?
Öğrencilere yasak koyanların keşke öğrencilik yıllarına geri dönüp sonra karar vermeleri mümkün olsaydı, sonuç bambaşka olurdu şüphesiz. İşimize geldiğinde “empati”den söz edip istemediğinde unutarak olmuyor.
‘İfade özgürlüğü nerede’ sorusunu ise sormuyorum bile!
*****
Özel insanlar!
Nadiren rastlarsınız onlara, gözlerindeki içten pırıltıyı, davranış ve giyim tarzındaki doğallığı hemen fark edersiniz. İnsanları etkilemek için fazla bir gayrete gerek duymazlar, yüzlerine yansıyan “gerçeklikleri” yeterlidir bunun için.. “Yapaylıktan uzak olmak, gerçek olmak” ne kadar önemli bir özelliktir ve bunu anlamak için bile belli bir olgunluğa ulaşmak gerekiyor bence..
YAŞLANMAK VEYA YAŞ ALMAK!
Bu özel insanların neden yaşlanmadığı, hep aynı yaşta görünerek sadece olgunlaştığı da merak konusu olur ama bunun nedeni “iç güzelliğinin, kendiyle barışık olmanın” yaşlanmak yerine “yaş alma”yı getirmesidir, kimse düşünmez bunu. Aşırı hırslar, kıskançlıklar, olumsuz duygularla veya umursamazlıkla dolu olmaktır yaşlandıran çünkü, bunlar olmayınca yerini iyilik, dostluk dolu ve yaşlanmayan bir yüz alır. Kısacası, çirkin yaşlanan birini gördüğümde onun “pek de iyi duygulara sahip olmayarak, kendisi dışında kimseye yarar sağlamayı düşünmeyerek, kendiyle ve başkalarıyla çekişerek yaşamış olduğu” gelir aklıma..
FEYYAZ BEY VE EŞİ..
Geçen Pazar günü akşamüstü merhum iş adamı ve gazeteci Feyyaz Tokar için ailesinin düzenlediği mevluttaydım. Nur içinde yatsın, tam 14 yıl geçmiş kaybının üzerinden.. O kadar sevilen bir insandı ki dostları onu bu uzun sürede hiç unutmadılar, her yıl eşi Berna Tokar’ın okuttuğu mevlutlarda evinin koca bahçesi doldu taştı.
Berna Tokar işte yukarda tarifini yaptığım insanlardandır, sevgi ve dostluğu hiç değişmeyen ve dostlarını iyi günde-kötü günde hiç yalnız bırakmayan, küçük detayları asla atlamadan onları kucaklayan bir kadın. Bu meslekte binlerce insan tanıdım, hakkındaki düşüncelerimi uzun yıllar boyu hiç değiştirmediğim, bu nedenle de takdir ettiğim, sevdiğim insanlar arasında hep ilk sıralarda yer aldı Berna Hanım. Bütün dostlarının benim gibi düşündüğüne de hiç şüphe yok.
‘Kusursuz dost, iyi insan’ olabilmek, herkes tarafından sevilmek, dünyayı güzelleştirebilmek ne önemli bir özellik değil mi?
|