İletilerinizi bekliyorum...

gulerbugday113@gmail.com

Facebook

    (Güler Buğday)

Twitter

    twitter.com/gulerbugday

 

CHP, NEDEN İKTİDAR VE UMUT OLAMIYOR, 7 HAZİRAN VE 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI

25 Kasım 2015 Çarşamba, 16:29

Cumhuriyeti kuran parti, artık laik cumhuriyeti yıkanlara, tek adam diktasını dayatanlara ve korku imparatorluğu yaratanlara engel olamıyor!

Bursa Bamsz | letiim | zgemiim | Kitaplarm | Hakkmda Yazlanlar | Animasyonlu iirler

Ana Menü

» Ana Sayfa

» Haberler

» Yazılarım

» Yazarlar

» İletişim

» Künye

» Bize Yazın

» Bağlantılar

ATATÜRK Diyor Ki;

Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.

HABER

“Yapay beraberlikler seçim sonrası büyük gerilim yaratacak”

“Yapay beraberlikler seçim sonrası büyük gerilim yaratacak”

05 Haziran 2011 Pazar, 10:11

Bursa Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'nde öğretim üyesi Prof. Ali Yaşar Sarıbay. Asıl çalışma alanı ise siyaset sosyolojisi. Bu alanda ve dinsel sosyoloji konusunda Türkçe ve yabancı dillerde birçok makale ve kitabı bulunan Sarıbay, “Siyaset, Demokrasi ve Kimlik,” “Postmodernite, Sivil Toplum ve İslam,” “Türkiye'de Demokrasi ve Politik Partiler,” “Türkiye'de Modernleşme, Din ve Parti Politikası: MSP Örnek Olayı” gibi önemli eserlere imza attı.

HABERTURK.COM'a yaşanan son siyasi gelişmeleri, seçim döneminde partilerin doğru ve yanlışlarını ve asıl önemlisi 12 Haziran sonrasını değerlendiren Sarıbay, pek de parlak bir tablo çizmiyor. Ve 'şirket – müşteri' ilişkisi üzerine kurulu siyaset anlayışının mutlaka değişmesi gerektiğini söylüyor. Sarıbay'ın siyasal partilere de eleştiri ve önerileri de var.

İşte Prof Ali Yaşar Sarıbay'la seçim yasakları sath-ı mahallinde yaptığımız o söyleşi...

12 Haziran 2011 seçimlerinin öncekilerden bir farkı var mı? Varsa nedir?
Bir kere, sonucun belli olduğu bir seçim. Diğerlerinde bu kadar net bir durum yaşamadık. En azından yaşım itibariyle izlediğim seçimlerde böyle bir şey yaşamadım.

Geçen seçim de böyle değil miydi?
Bu kadar kesin değildi. Kiminle konuşsak, birinci partinin yüzde ne kadar oy alacağını soruyoruz. 2007 seçimleri böyle değildi. Siyaset dışı başka faktörler de vardı biliyorsunuz.

Galibi belli diyorsunuz yani...
Bence belli. Oranı ayrı; eskisinin altında olur, üstünde olur... Pragmatik bir seçmen profili var Türkiye'de. Sandık günü bu birden yükselmeye de sebep olabilir, çok az miktarda düşmeye de sebep olabilir. Bu benim tahminim. Bu seçimin ikinci özelliği, 13 Haziran'ın gerilimli bir siyasi sürece gebe olması.

Neden?
Çünkü önümüzde bir Anayasa meselesi var. Ayrıca tartışmalarla girdiğimiz bu seçimin hakikaten telafi edilmez birtakım zıtlaşmaları oldu. Bu zıtlaşmaları 13 Haziran'da çabucak telafi etmek söz konusuysa, o zaman seçmenin önünde tam bir teyatral oyun olduğu görülür ve anlaşılır. Demek ki kimse kimseye kızmıyor, sadece yapay bir şey var ortada, diye düşünülür ki böyle değil. Başta Kürt meselesi olmak üzere derin zıtlaşmalar var. Bu durumda, yüzde 10 barajı halledilmeden 13 Haziran'a, yeni bir sürece girmek sıkıntılı olacak. Çünkü bu yeni seçilen meclis aynı zamanda 'kurucu meclis' olarak da işlev görecek.

Çünkü yeni Anayasa'yı yapacak...
Evet ama bu çok doğru bir şey değil. Yüzde 10 barajı olduğu müddetçe eksik temsille bir kurucu meclis olmuş olacak. Kurucu meclis münhasıran Anayasa yapmak için oluşturulması gereken bir meclistir. Bunun içinde sadece seçilmişler değil, parlamento dışında uzmanlardan tutun, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, barajın altında da kalsa potansiyel bir oy oranı olan partilere kadar bütün kesimlerin temsil edilmesi lâzım ki herkesin sahiplenebileceği, artık 'bizim Anayasamız' diyebileceği bir metin ortaya çıksın.

Ama öyle bir yola gidebilecek gibi görünmüyor?
Görünmediği için işte bu siyasi süreç çok sancılı olacak. Bunun tartışması 13-14 Haziran'da başlayacak.



“İKİ İHTİMAL VAR”
Gerilimli bir seçim sürecinden geçiyoruz ancak asıl 13 Haziran'dan sonrası daha gerilimli günlere gebe mi yani?
Evet, bunu kastediyorum. Çünkü bu Anayasa, Türkiye'nin önünde demokrasinin kurumsallaşması meselesidir. Ciddi ve meşruiyeti en yüksek bir metinle sağlanmalı bu. Çünkü arkadan siyasi partiler kanunu gelecek, seçim kanunu gelecek, idareyle ilgili bir takım düzenlemeler gelecek... Veya başkanlık sistemi gibi rejimin mahiyetini değiştiren bir tartışma da tekrar başlayabilir. Açık söyleyim, bu şekilde ve eksik girişle bunlar çok kolay aşılacak şeyler değil.

Yanlış bir temel mi kuruluyor şimdi?
Bence öyle. Bunun ceremesini 13 Haziran'da iktidar partisi de çekecek, toplum da. Ama şu olur; bir şartla belki, nispeten telafi edilecek bir düzeye ulaşılabilir. Mesela çok yüksek bir oranda oy alırsa AK Parti...

367'yi sağlayacak oyu...
Evet. Bunun verdiği bir rahatlama, güvenle gerçekten önceden yapmadığı şeyleri yapabilir AK Parti. Tabii bu bir olasılık. Bizim siyasi kültürümüzde başka bir olasılık da var. Bu kadar üst düzey bir güven, hükmetmeyi de beraberinde getirebilir.

Zaten şu anda AK Parti'den şikayet edilen şey de o değil mi? Başbakan Erdoğan'ın daha yukarıdan bakan bir dil tutturması...
Bu bir olasılık. Ama bir özgüven de gelebilir tersine. Çünkü 1999'dan beri iktidar bu grup. Hakim parti olmaya yönelme, topluma hakim olmayı beraberinde getirebileceği gibi buradan bir özgüvenle toplumun demokratik dizaynı da söz konusu olabilir.

Hangisini daha yakın görüyorsunuz siz?
Üsluba baktığımda maalesef kötü olanı daha yakın görüyorum. Ama yine de haksızlık yapmamak için şunu belirteyim; seçimin sıcaklığında kimse üslübuna dikkat etmiyor. Diğer partiler de etmiyor, iktidar partisi de. Sonra bir durup düşününce düzeltilebilecek bir şey de oluyor. Mesela 2002 seçimlerinin gecesinde Başbakan'ın balkon konuşmasını hatırlarsınız. Bu olabilir ama antagonistik (uzlaşmaz çelişki) şeyler var. CHP ve AK Parti, MHP ile AK Parti arasında... Hatta BDP ile AK Parti arasında... 'AK Parti ve diğerleri' tabiri çok hoş değil ama böyle bir cepheleşme oluştu gibi.



DOST – DÜŞMAN SİYASETİ
Zaten Başbakan Erdoğan da seçim meydanlarında hepsini karşısına alan bir söylem tutturuyor. Bu gerilimin AK Parti'ye yarayacağı mı düşünülüyor? Ve bu sözkonusu mu?
Hayır. Böyle düşünüyorlarsa, benim gözlemim, çok doğru sonuçlar vermeyebilir. Mağdur, mazlum tiplemesi daha karşıt bir birleşmeyi, hegemonyayı beraberinde getirebilir.

MHP'yi kastediyorsunuz...
MHP'nin başına gelenler çerçevesinde birtakım insanlarla konuştuğunuz zaman, “Bu iktidar partisinin arkasında olduğu bir komplo. Ben de bunun için gidip oyumu MHP'ye vereceğim” diyorsa insanlar, bu söylem ters tepiyor demektir. Halbuki bu olaylarda iktidar partisinin hiçbir suçu olmayabilir, ben de böyle bir olasılığa itibar etmiyorum. Fakat burada Başbakan Erdoğan'ın bir sorumluluğu, hatta kabahati var.

Neden?
Bu Engin Alan meselesindeki üslubu, Harp Akademileri Komutanı'nın başına gelenle kolayca paralellik kurulmasına yol açtı. Hava Kuvvetleri Komutanı olması beklenen kişiye tam seçimden önce böyle bir şey yapıldığı şeklinde yorumlandı. “Orada ayağa kalkmadı, bunun bedelini ödedi” gibi sözler buna yol açıyor ve bunlar çok hassas hususlar. Aradan çok uzun bir süre geçmeden böyle bir şey olduğunda, düz bakan, ortalama bir vatandaş böyle görüyor. Bu da şu anlama geliyor: O bir cephe, biz de bir cepheyiz ve onun cephe gördüğü kişilere yönelebiliriz.


Ki karşı cephe de giderek safları sıklaştırıyor.
Bence de. Tabii şimdi Carl Schmitt'in kulaklarını çınlatalım; çünkü onun söylediği gibi 'dost - düşman' ayrımı çerçevesinde gidiyor siyaset maalesef hâlâ. İktidar muhalefeti veya muhalefet iktidarı bir düşman olarak gördüğü zaman, 'düşmanımın düşmanı dostumdur' gibi bir mantığa yol açıyor. Bu, çok yapay bir beraberlik olur çünkü akabinde o düşmanlıklar su yüzüne çıktığı zaman, kendi aralarında tekrar bir çatışma olur. Fakat işleyen süreç maalesef bu. Bunun olmaması gerekirdi. Üçüncü döneme giden, iktidarı da ele alma ihtimali çok yüksek olan, özellikle de demokrasiyi inşa etmekle kendisini görevli gören bir partinin çok daha kucaklayıcı bir üslup ve tarz sergilemesi kendi lehine olurdu.

Hem kendisi hem de Türkiye için mi?
Tabii.



“SADECE TAVIR YETMİYOR ARTIK”
Başbakan Erdoğan'ın bu seçim dönemindeki üslubu aslında önceki seçimlerden farksız. Önceden bu işe yaramıştı ve AK Parti oyları artmıştı. Şimdi neden yaramasın? Yani şimdi şöyle mi algılanıyor: O zamanlar gerçekten iktidar değildi ve hâlâ mağdurdu, ama şimdi Türkiye'nin gerçek iktidarı AK Parti...
Artık sadece tavır yetmiyor, diye düşünebiliriz. Çünkü vadedilip de yapılmayan şeyler çok. Bu tabii bazı kesimleri irite etti. Yapılan şeyler de var ama demokrasiyle ve Kürt meselesiyle ilgili çok temel meselelerde sıkıntı var. Ki demokrasi Kürt meselesine endeksli bir şey olarak görülmemeli bence. Yani Türkiye'nin demokratikleşmesi çok daha geniş bir çerçeveyi gerektiriyor. Emekle, eğitimle, sağlıkla, idarenin tarzıyla ilgili daha bir sürü şey var. Bunlar hepimizin vatandaş olarak yaşadığı şeyler. Bunların bir kısmı halledildi. Ama gerçekten görüp de umut beslememiz gereken şeyler de eksik bırakıldı veyahut geri adım atıldı. Bu biraz güveni sarstı. Hatta şimdi, 'Biz eksik bıraktık, bu eksikliği tamamlayacağız' yolunda telafi edici üslubun dışında, daha sert bir üslup var. Mesela önceki gün Diyarbakır'da olduğu gibi. “Bunun eksik bırakılması, bizim dışımızdaki sebeplerden” denmedi orada. “Biz daha bilinçli ve kasıtlı olarak yaptık ve buradan başka çıkar yol göremiyoruz” gibi bir anlam çıkarabiliriz oradan. Muhalefetin yapay birleşmesini sağlayan faktör de bu bence.

Başbakan da muhalefeti (CHP-MHP-BDP) birleşmekle suçluyor hep.
Başbakan'ın iddiası belli açılardan doğru olabilir. Bu kesimler arasında da bir temas, işbirliği vs. var. Çünkü 'Bu artık yerleşik bir iktidar oldu, bir egemen haline geldi' düşüncesi hakim.

Yani 'Bu seçimde iktidarın gücünü elinden alamazsak hiç yapamayız' duygusu mu hakim?
Tabii. O güven yok.

Dolayısıyla muhalefet kanadında sağlıksız bir yakınlaşma mı var? Belki seçim sonrasında bu konudaki ayrışma daha da keskin olacak.
Tabii. İşin ilginç yanı, bu Erdoğan'ın elini kuvvetli kılan bir şey. Başta CHP olmak üzere, diğer partilerin alternatif söylediği bir şey yok. Yani sadece siyasi münazara yapılıyor bence. Ayrıca günümüzde partilerin seçmeni müşteri gibi algılaması, kendilerinin de şirket gibi çalışması yani 'ne yaparsan yap en fazla oyu al' mantığıyla hareket etmeleri, tamamen afaki meseleler üzerinde tartışılıyormuş gibi bir durumu getiriyor. Başbakan Erdoğan ortaya bir şey attığı zaman Kemal Kılıçdaroğlu bunu hemen karşılamaya çalışıyor. Ve söylediği şey de, benim söylediklerimin kanıtı: “Kimin oyu azalırsa o istifa etsin.” Allah aşkına bu, demokratikleşme sürecine iddiayla giren partilerin arasında geçmesi gereken bir tartışma mıdır? Bu münazara değil midir? “Kimin oyu azalırsa o genel başkanlıktan çekilsin.” Bu ne demektir? Oy artırma başlı başına bir çabadır, ama çok mantıksız bir şey var: Yüzde 47'den yüzde 45'e düşen oyla, yüzde 20'den yüzde 27'ye çıkan oy kabili kıyas değil zaten. Birini başarılı saymak gerekirse yine AK Parti başarılıdır.

Hâlâ bu kadar oy alabiliyor diye mi?
Yani.



“CHP'NİN SÖYLEMİ İNANDIRICI GELMİYOR”
Siz münazara üslubu diyorsunuz ama Kemal Kılıçdaroğlu'nun söylemleri olumlu tepki buluyor, en azından anketler öyle söylüyor. Diyarbakır'a gidip konuşuyor, 'Kürt sorunu var ve ben çözeceğim' diyor. Bunlar bir şey ifade etmiyor mu?
Bunlar inandırıcı gelmiyor. Ortama göre, ne gerekiyorsa konuşmak bu. Ben orada başbakanı haklı görüyorum. Ne söylenmesi gerekiyorsa onu söylüyor Kemal Kılıçdaroğlu. 'Bunlar daha önce söylenmiyordu, bu oy kaybettiriyorsa kazanmasının yolu tersini yapmaktır' gibi bir düz mantık kuruluyor. Bir parti geçmişteki tutumunu hiçe sayarak -geçmişi dediğim de beş yıl öncesi- davranamaz. Yani sayın Kılıçdaroğlu İngiletere'de yaşarken CHP'nin başına gelip de 'Böyle bir politika olmaz ben yeni bir model getirdim' diyen biri değil ki. Bu partinin içinden geliyor. CHP'nin Dersim olaylarındaki, vesayet konusundaki tutumunu, Kürt meselesindeki açıklamalarını hatırlıyoruz. İktidarın hiç olmazsa burada kendine göre yaptığı şeyler varken muhalefetin yapacağına dair verdiği bir güven yok. Tutarsızlık bunu gösteriyor.

Siz Kemal Kılıçdaroğlu için 'zaten partinin içindeydi, kendisini 5 yıl öncesinden soyutlayıp konuşamaz' diye düşünüyorsunuz. Aynı şey Başbakan Erdoğan için de geçerli değil miydi? Sonuçta o da Refah – Fazilet yani Milli Görüş mirasını reddederek gelmedi mi?
Ama o, oradan ayrıldı. 'Milli Görüş gömleğini çıkardım' dedi.

Biz buna inanmak zorunda mıyız?
Ama yaptı bunu. Köprüleri yaktı ve devam etti.

Belki Kemal Kılıçdaroğlu da yapacak...
O bir olasılık. Ben inanmıyorum. Çünkü hangi kadrolarla çalıştığına bakmak lâzım. Tenzih ederim tabii, içinde çok tanıdığım, güvendiğim değerli arkadaşlar da var ama sonuçta yelpazenin bambaşka ucunda ve bambaşka bir üslupla siyaset yaparken şimdi en yetkili mevkide olan insanlar var. Onları reddedebilir ama onları kendisi seçti zaten. Ve tamamen taktik iktidar mücadelesiyle bir liderlik değişiminin sözkonusu olduğu bir partiden söz ediyoruz. Bunun demokrasi açısından vereceği güven sınırlıdır. Bir umut ışığı yakabilir tabii, bu doğal.

Ama siz bunu geçici bir durum olarak görüyorsunuz...
Geçici olarak görüyorum ve yüzde 30 oy alması başarı diye sunulamaz. Çünkü geçmişine baktığımızda CHP'nin potansiyel oy oranı yüzde 35'lerdedir. Bir yandan sahip çıkma, bir yandan redd-i miras zaten şizofrenik bir durum yaratıyor; çok şizoid bir üslup çıkıyor. Bugün baktığınızda gerçekten son derece demokratik bir söylem, ama bundan üç yıl öncesine bir bakıyorsunuz, bu söylemle taban tabana zıt. Partinin yapısal özelliğinden kaynaklanan durumun üstesinden gelinemedi. 'Ben içerde kalarak bunu düzeltirim, dönüştürürüm' fikri bence yanlış. Diğerleri ne yaptı? Onlarda kendileri açısından karizmatik, otoritesi tartışılmaz büyük bir liderlik vardı: Rahmetli Erbakan. Onu dışlayarak ortaya çıktılar. Ecevit'in bir anlamda İnönü'ye yaptığını Erdoğan Erbakan'a yaptı. Ve daha dürüstçe yaptı çünkü partinin içinde kalmadı. Sonra Milli Görüş gömleğini değiştirdi. Şimdi bunu övülecek, onanacak bir şey olarak sunmuyorum. Bu bir tespit.

Ve size daha inandırıcı geliyor.
Tabii. Nitekim baktığınız zaman bugün, Milli Görüş çizgisiylşe sayın Erdoğan'ın izlediği çizgi hiç de aynı değil. Zaten öyle olsaydı Saadet Partisi'yle HAS Parti'nin varlığını açıklayamazdık.



“YAPILACAK TEK ŞEY YENİ MUHALEFET”
İleride CHP'den kopuşla yeni bir parti kurulması mümkün mü?
Olabilir. Benim daha önce yaptığım bir tespit var: Sosyal liberal bir tutum içinde AK Parti. Ve bu birçok açıdan neo-liberalizmle dirsek teması olan bir politikadır. İkincisi, kendi iddiaları açısından çizdiği zig zaglar var fakat karşısında bunları gerçekten belli bir siyasi geleneğe oturtarak mahkum edecek, sorgulayacak bir muhalefet yok. Bunun adına 'sol' deniyor genellikle. Türkiye'de solun eksikliği dendiği zaman buna ihtiyaç olduğu ortada. Fakat CHP'nin bugünkü yapılanışı ve kadrolarına baktığımız zaman AK Parti'ye bir alternatif olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yapılacak tek şey belki artık CHP ile de ilgili olmayan, bambaşka, daha geniş kadrolu bir alternatif oluşturmaktır. Bu belki nispeten, bağımsız adayların seçilmesinden sonra olabilir. Çünkü onların bir kısmını tanıyoruz; konuyu sadece Kürt meselesine endekslenmeyen, demokratikleşmenin çok daha radikal, geniş ufuklu bir tutum ve politikaları gerektirdiğini söyleyen kişiler var aralarında. CHP içinde de var bunlar, başka partilerde de. Belki bunlar artık Türkiye'yi yeniden değerlendirerek, özeleştirel ama popülist olmayan bir tavırla, “AK Parti nasıl başarılı oldu” sorusunun cevabını arayarak değil, gerçekçi politikaların başarıyı kendiliğinden getireceğine uzun dönemde inanarak, dolayısıyla bir şirket değil parti - siyasi hareket olarak hareket edebilir. Çünkü günümüzde parti olduğunuzda şirketleşmiş oluyorsunuz, açık söyleyim.

Yani seçmene 'müşteri' diye bakmaması gerekiyor...
Evet. Her alanda katılımı sağlayabilecek, kararlarında bu müzakereleri gerçekleştirebilecek bir harekete ihtiyaç var. Bunun adının sol olması gerekmiyor. Bunu AK Parti içinden de kopup yapacak insanlar varsa yapsın. Fakat şu anki demokrasi, bizim siyaset bilimindeki teknik deyimle 'plebisiter demokrasi'. Yani liderlerin belirlediği adaylara biz evet mi diyeceğiz, hayır mı diyeceğiz? Bu demokrasi değil ama. Günümüzde siyasetin anlamının değiştiğini kabul etmek ve bunun üzerine fikir üretmek lâzım.



“BAĞIMSIZLARA BÜYÜK İŞ DÜŞÜYOR”
Seçmen adaya mı oy verir partiye mi?
Partiye oy verir yani lidere oy verir.

Türkiye'de eskiden beri böyle mi?
Evet. Ön seçimlerin olduğu dönemlerde delege satın alma, delege oyunları vardı. Bunların hepsi masaya yatırılıp konuşulmak zorunda. Makro düzeyde olan şeyler mikro düzeyde işliyordu. Bunu değiştirmek, milletvekili olacak kişinin o parti içinden çıkması, güven vermesi, yapacağı şeylere ilişkin bir inanç oluşturması gerekir. Bu da hayatın her yönünün siyaset olmadığıyla ilgili bir şey. Bu işi yapacaklar var yapamayacaklar var. Herkes oraya memleket için birşeyler yapacağım diye çıkıyor ama sonunda görüyoruz işte yapılanları. Siyaset başka bir şey.

Bağımsızlardan bahsettik. BDP'ye ulaşan çizgi, bugüne kadar hep Kürt partisi olarak algılandı, Türkiye için politikalar üretmemekle eleştirildiler. Bu seçim bunu da değiştiriyor mu? Ya da siz bağımsız adaylara baktığınızda bunu görüyor musunuz?
Değiştirmek zorunda. Kürt dediğiniz zaman çok kategorik konuşuyorsunuz. Kürt meselesi önemli bir meseledir şüphesiz. Fakat Kürt diyerek o kategori içindeki farklılıkların, uzlaşmaz çatışmaların ve çelişkilerin de üstünü örtmüş oluyorsunuz. Bu yanlış. Ama inanıyorum, bağımsız adaylardan belli bir kesim bunun böyle olmadığını görebilecek insanlar ve görüyorlar da zaten. Meclise girdikten sonra demokrasinin sadece Kürtler'i ilgilendirmediğini, toplumla ilgili bir mesele olduğunu, anayasanın birtakım ilkelerin değiştirilmesinden öte, kalıcı, kurumsal ve siyasi kültürle ilgili bir şey olduğunu görebilecek insanlar var. Öyle olmazsa biz dönüp dönüp aynı şeyleri tartışır, konuşur ve gerilimler içinde devam ederiz. BDP veya bağımsızlara bu konuda düşen çok önemli görevler var. Herkesten daha fazla duyarlı olması gereken kesim onlar. Gösterecekleri tutum, demokratik söylem ve tarz geleceğin Türkiye'sinin şekillenmesinde önemli rol oynayabilir. Aksi takdirde sığ bir çekişme ve kavga olur ve bunun getirdiği karşılıklı şiddeti görüyoruz.

Bugün baktığınızda onların bu yolda adım attığı söylenebilir mi?
Kısmen. Ama sonunda hep zurnanın zırt dediği bir yer oluyor maalesef. Ne söylediklerine bakmamak lâzım insanların, ne yaptıklarına bakmak lâzım. Yapılanlara baktığımda şahsen umut beslemiyorum. Siyasetin mantığı başka. Şöyle bir örnek var: Çok değerli bir kişi -bağımsızlardan bahsediyorum- özgürlükçü, eleştirel bir üsluba ve tutuma sahipti. Siyasete girdi ve dolayısıyla partiyle bağı oldu, birtakım yerlerde sorulan sorular karşısında tamamen siyasetçi olarak konuşmaya başladı. Mecbur. Aynı üslubu ve tarzı devam ettirse bizim siyasi kültürümüz açısından 'burada işin ne' diye sorulacak bir soru var ona partililer tarafından. Ama işte bu, siyaseti bir kısır döngü olarak devam ettiriyor. Bunu aşmalıyız. Ha, bunun bedeli büyük. Ne olacaktır? O kişi dışlanacak, seçilmeyecektir fakat öyle bir vicdani sese ve bakışa ihtiyaç var.



“İKTİDAR YIPRATIR, SEÇMEN YORULUR”
İktidarın yıpratıcılığı ve seçmen yorgunluğu diye bir şey var mı?
İkisi de var. İktidar ister istemez yıpratır. Hele böyle merkezde, merkezin tek temsilcisi olduğunu iddia eden bir partinin şöyle bir politikası vardır: Herkesi memnun etmeye çalışmak. Bu mümkün değil. Böyle olunca iki, üç dönem yıpratıcılığı beraberinde getirir. Seçmenin yorgunluğu dediğimiz şey de şudur: Hep aynı şeyler vadediliyor, aynı konuşmalar, aynı tartışmalar ve bazen de aynı şahıslar... Burada çok bilinçli olmayan bir pragmatizm devreye girebilir. Şimdi 'bütün bunları denedik, bir de şu partiyi deneyelim' diye bir seçmen davranışı olur mu? Oluyor işte. Kurumsallaşmış demokrasilerde, bilmem kaç kuşaktan beri adam X veya Y partisinden gelir. Çünkü bir siyasi görüş, bir doktrin, bir tarz var. Bizde bu olmadı. Bir de neden olmadı? “Bakalım gündelik birtakım çıkarlarımı en fazla kim karşılayacak” tavrı hakim.

Yani pragmatik bir seçmenimiz var öyle mi?
Tabii. Seçim öncesi toplumun işleyişine, iktisadi düzeyde o küçük küçük ilişkilere baktığın zaman bu şekilde işliyor. “Çıkarımı maksimize etmem, en azından kazanılmış çıkarımı kaybetmemem gerekir” mantığıyla hareket eden insanlar seçmenlerimiz.

Biz partileri suçladık şirket gibi davranıyorlar diye ama aslında seçmen de müşteri gibi davranıyor.
Tabii. Müşteri de “hangisi bana daha ucuz daha işe yarar mal sunacak” diye bakıyor. Dünyada da böyle yalnız bu. ABD ve İngiltere'de farklı olmasının sebebi orada demokratik sistemin kurumsallaşmış olması, çizgilerin belli olması ve siyaset dışı müdahale olasılıklarının sıfıra yakın olması.

Eğer durum böyleyse, partiler şirket, seçmenler müşteriyse, Türkiye'de demokrasinin kurumsallaşması konusunda ciddi bir endişe duymamız gerekmiyor mu?
Gerekiyor. Bunun için de yeni bi siyaset anlayışına ve siyasi figürlere yönelmemiz lâzım. Bunları tartışmalıyız. Bir ara entelektüel çevrelerde bu olmuştu ama sonra o çevreler partilere angaje oldu. Öyle olunca da özerklik ve özgürlüklerini yitirdiler. Eleştirel bakışları kayboldu.



ÇILGIN PROJE Mİ OYLANACAK, İDEOLOJİ Mİ?
Halk projelere mi oy verir yoksa özellikle bu seçimde ideolojiler – siyasi tavırlar mı oylanacak?
Kısmen verebilir. İktidar partisi çifte tarza sahip. İktidar olmanın ve iktidarı kaybetmemenin mevcut koşullarda gereklerini yerine getirmeye çalışıyor. İşte bu, şirket gibi davranmak, taktik ve strateji üzerine kurulu bir politika anlayışıdır. Fakat iktidarda olmak demek somut şeyler yapmak demektir aynı zamanda. Bunun için de AK Parti diğerlerine göre tahayyül kudreti olan bir parti olduğunu gösterdi. Yani bu konuda eleştirildikleri taraf, 'buradan belli çıkar çevreleri yararlanacak, gene rant dağıtılacak vs.' Ama size büyük bir hayal sunuyor ve diyor ki, 'İstanbul'da yeni bir İstanbul kuruyorum.' Bunun mümkün olmayacağunı söyleyebilirsiniz, ama 'burada mutlaka bir bit yeniği vardır' türü yaklaşım tahayyül kudretinden yoksun olmaktır. Bu bütün projeler için geçerli.

Siz bunların işe yarayacağını düşünüyorsunuz yani.
Kısmen. Çünkü somut bir şey var, 2023'ten bahsediyor. Toplumların tahayyül kudreti önemlidir. Bunları harekete geçirmek gibi bir fonksiyonu vardır. Bunun doğru, yanlış, eksik olması başka. Ama o tahayyül olmasa toplumların ileriye dönük bakışı diye bir şey de olmaz. Tamamen gündelik hayatın problemlerine gömülürüz. Bunun bir sürü başka alanda da olması lâzım. Ben mesela vatandaş olsam eğitimde de bir 2023 vizyonu beklerdim. Veya başka konularda. Çünkü kent dediğiniz zaman insanların aklı hemen ranta çalışıyor. Buradan kimler kazanacak? Çünkü herkes bunun peşinde. Orada A partisi de olsa B partisi de olsa 'yandaşları birinci planda gelir' gibi bir siyasi mantık var.

Yani aslında herkes kötücül...
Evet. AK Parti de iktidarda olmasa böyle bir yaklaşım gösterirdi. Ama bu projeler kısmi bir hareketlenme ve kendine yönelmeyi getirir.



“PARTİDEN PARTİYE BÜYÜK KAYMA OLMAZ”
Sandık başındaki seçmen en son neyi düşünüp karar verir?
Birtakım çapraz baskılar altında sandığa gider. İnanç ne kadar güçlüyse, ne olursa olsun partiye ve lidere yönelecektir. Çok somut örnek verecek olursak, MHP'nin barajın altına düşme olasılığı bu açıdan bakarsak çok yoktur.

Yani o mağduriyete oy veriliyor mu?
Mağduriyet değil; partililik, ülkücülük. 'Komplo, kendimizi harcatmayacağız, ölümüne gideceğiz' gibi birtakım kemikleşmiş inançlardır bunlar ama bunun ne kadar doğru olduğu da tartışılır. Öncelikle bununla gider sandığa. İkincisi, diyelim AK Parti açısından, iki dönemdir iktidarda ve birtakım şeyleri cesurca yapıyor, meydan okumaları var; ona olan inanç da orada harekete geçer.

Şunu mu demek istiyorsunuz: Seçimlerde partilerden partilere çok fazla kayma olmaz...
Hayır. Pragmatik dememin sebebi şu; biraz kararsızdır. Mesela CHP'lidir, 'yok canım AK Parti doğru söylüyor' deyip ona yönelebilir, ama bu büyük bir kayma olmaz. Ya da AK Partilidir, 'CHP de doğru söylüyor' der, ona verir. Pragmatik seçmenden bir anlamda kastım da bu. Ki bunlar eskiye göre, -77'den itibaren konuşuyorum- daha çok bu hale geldi. Bağlam bağlam konuşmamız lâzım ama. Olaylar bu pragmatizmi kesin inançlı figürüne döndürebilir.

Nasıl? Biraz açalım mı?
Mesela kaset olayı. Bu olay olmasa belki MHP'ye bu kadar bağlı olmayacaktı seçmen. Veya Kürt meselesiyle ilgili bir olay veya CHP için Ergenekon tutuklamaları... 'Tabii canım demokrasilerde vesayet olur mu' diyen CHP'liler de var, bunlar pragmatik davranıp AK Parti'ye oy vermiş olabilir. Çünkü Milli Görüş'ten bu yana aldığımız zaman, AK Parti'nin tabanı belli...

Nedir o taban?
MSP'nin aldığı en fazla oy 11.8.

Taban o mudur?
20 olsun. Neydi bu taban ama? İnanç tabanıydı.

Sonra genişledi o taban...
Elbette. Merkeze oynaması, merkezin tek temsilcisiyim demesinin sebebi bu. Sosyal demokrat adayları aldı bakan yaptı, ANAP'tan MHP'den, DYP'den milletvekilleri var AK Parti'de. Bu çok iyi bir şey mi? Bana sorarsanız müşteri politikası. Ama demokraside çok inançlı kitlelerden bahsetmiyorum ben; demokrasiye olan inançtan bahsediyorum. Siyasi bir ideolojiye inanç, dogmatizmi beraberinde getirir, bu demokrasinin tahribine de yol açabilecek bir şeydir. Demokrasi karşısında partilerin tutumunu değerlendiren bir pragmatizmden bahsediyorum ben. Ama durum bunu değiştirmiş olabilir. Oluyor zaten. Yani mesela 'bu kasetleri hükümet yaptırıyor, CHP'den de umut yok, ben de oyumu MHP'ye vereceğim' diyen CHP'liler olabiliyor. Bir pragmatizmdir bu. Kendi partisine olan inancı ikinci, üçüncü plana kaymış oluyor.



“VARLIK SEVİŞTİRİR, YOKLUK DÖVÜŞTÜRÜR”
Yani aslında 12 Haziran'da bütün partileri yalan oylar ve Türkiye'yi ciddi bir sıkıntı bekliyor.
Bence öyle. Bütün partiler gerçekten 'biz kimin temsilcisiyiz, bize nerelerden oy geldi'nin analizini yapmak zorunda kalacak. İktidar partisinin böyle bir derdi olamaz çünkü 'iktidarım onaylanır, nerden gelirse gelsin' diye bakıyor. Ama alternatif olmayı iddia eden partiler bunun ciddi analizini yapmalı.

Yanlış anlayacaklar verilen oyları...
Tabii. Şimdi tabii bu analizden müşteri politikasına yönelme derinleşebilir. Çünkü CHP'de de, MHP'de de -BDP'yi dışında tutmak lâzım- tutum şu: AK Parti'yi bu kadar başarılı yapan nedir? Bütün dertleri bu sorunun cevabını aramak. Biz nasıl onun gibi başarılı oluruz?

Yani yanlışları, AK Parti'yi örnek almak mı?
Tabii. Rol çalıyorlar. AK Parti'nin kendi doğrultusunda bir inandırıcılığı var; CHP ise çarşaf açılımı yapınca gülünç duruma düşüyor. Veya Ergenekon davasının arkasında AK Parti'nin rolü var gibi bir varsayım üzerinden Ergenekon sanığı kişi olmayacak yerden aday gösteriliyor. Allah aşkına bunun neresi siyaset? Evet alışılmış anlamda siyaset ama topluma orta vadede hiçbir fayda getirmeyecek bir siyaset. Böyle, birbirimizi yeniden üretmiş oluyoruz. Karşı olduğumuz tavrı yeniden üretiyoruz.

Bundan sonra yeni muhalefetin de AK Parti'nin içinden çıkacağını söyleyenler var. Böyle bir şey mümkün mü?
Bir Türk atalar sözü şöyle der: Varlık seviştirir, yokluk dövüştürür. Varlık olduğu sürece öyle bir şeyi beklemek olmaz.



“REFERANDUM AK PARTİ İÇİN ÖLÇÜ OLACAK”
Referandum sonucu, bu seçimler için bir ölçü müdür?
Yok, onun bir etkisi olacaktır ama o bağlam içinde durum farklıydı. Demokrasi açısından, diğer birtakım değerler açısından insanların nerede olduğunu en azından kendi kendilerine ispat etmesi gereken bir durumdu referandum. Problem de öyle kondu. Siz bir demokrasi mi istiyorsunuz yoksa demokrasiye müdahaleler o kadar önemli değil mi, diye formüle edildi ve bunda iktidar partisi başarılı oldu. Şimdi bunu bu şekilde formüle eden AK Parti'nin kendisi, o formüle ettiği çizgiyi ne kadar tutarlı sürdürüyor? Bu imaj çerçevesinde hareket edecektir seçmen. Belki vazgeçecek. 'Orada öyle söyledi ama hiç de dediği gibi davranmadı' diyenler çıkabilir...

Ölçü o olabilir yani...
Evet.

Bu seçim tahminlerini yaparken 2007 seçimlerini mi, 2009 yerel seçimlerini mi, yoksa 2009 il genel meclisi oranlarını mı baz almalıyız?
Onlar kısmi tahminler için faydalı olabilecek göstergeler ama her seçimin kendi özelliği vardır. Biz 2011'de yaşıyoruz. İki sene içinde dünyada ve Türkiye'de olmayacak olaylar oldu, bunun imajlarda, zihinlerde, tutumlarda yol açtığı değişiklikler var. Onun için her seçim kendi içinde anlamlıdır.



“SEÇMEN ARTIŞI ANORMAL”
2002 seçiminden bu yana 8.5 milyon yeni seçmenin olması normal mi?
Üç çocuk yapma politikası doğrultusunda bile normal değil. Bana pek inandırıcı ve mantıklı gelmiyor.

Son 10 günde partiler hangi hamleleri yaparsa oylarını artırabilir? Bu mümkün mü?
Yok. Çünkü artık seçim yasakları olduğu için kamuoyunun gözünde bu sıçranmayı sağlayacak hareketler yapma imkânı yok. Ancak dışsal bir faktörle olabilir, benim de en fazla çekindiğim bu. Siyaset dışı birtakım faktörler, bir açıklama, bir şiddet olayı, bunlardan çekiniyorum. Ama onun dışında artık söylenen söylendi.

Demokratik açılımı başlatan AK Parti'nin şimdi milliyetçi bir söyleme sahip olduğunu söyleyebilir miyiz? En azından meydanlara baktığımızda.
O bir siyasi taktik. Fakat tabii bu bile kendi başına güven sarsıcı bir şey. Çünkü ben açılımın samimi bir girişim olduğunu düşünüyorum, ama birtakım dışsal faktörleri ve bunların içe yansımalarını çok net hesaplayamadı AK Parti.

Yani iyi yönetemediler.
Bir anlamda evet. İyi yönetemediği için buradan gelen bir endişe ve çekingenlik var. Çünkü üstlerine çok vardılar. 'Bölme'den tutun, 'satma'ya varıncaya kadar ifadeler kullanıldı. Ama bu suçlamaları yapanlar aynı zamanda 'niye bu tür şeyler olmuyor' da diyorlardı. Bir yeden başlayacaktınız ama başladığınız yer kötüydü. Bu ayrı. Fakat burada eleştirilebilecek bir yan varsa, AK Parti çok çabuk ve hızlı geri adım attı. Daha sağlam durup geniş kitleleri demokratik bir tutum, tarz ve söylem içine çekme becerisini gösterebilirdi.

O zaman Başbakan'ın meydanlarda istediği 367'yi yakalayabilirdi belki...
Çok rahat yakalardı. Bunu yapamadılar, nedenini bilmiyorum...

Kaynak : KÜRŞAD OĞUZ /Habertürk

Yazarlar

AKP ‘darbeyi’ kapatacak

25 Ekim 2016 Salı, 12:14


AKP ‘suç ortağı' arıyor

Mustafa Ünal /ZAMAN

12 Haziran 2015 Cuma, 09:28


Koalisyona ‘derin devlet’ dokunması!

İhsan ÇARALAN /Evrensel

12 Haziran 2015 Cuma, 09:21


Cumhurbaşkanı azınlık hükümetini engelleyemez

Erhan BAŞYURT/BUGÜN

12 Haziran 2015 Cuma, 09:16


Ya Koalisyon ya Başkanlık...

Eren Erdem/YURT

12 Haziran 2015 Cuma, 08:58


Kırılma noktası!

Güngör Mengi/VATAN

12 Haziran 2015 Cuma, 08:45


AK Parti’yi Kürtler neden terk etti?

İbrahim Kiras/VATAN

12 Haziran 2015 Cuma, 08:42


Ali İsmail…

Bekir Coşkun - Sözcü

23 Ocak 2015 Cuma, 09:34


Bu memleketi çiftliğiniz mi sandınız?

Mehmet Kamış/ZAMAN

14 Ocak 2015 Çarşamba, 09:39


Charlie’ye saldırı Bursa’da protesto edildi

Can Ertan /HABER

14 Ocak 2015 Çarşamba, 08:57


Kobane'den Paris'e emperyalizm ve laiklik

Özgür Şen

14 Ocak 2015 Çarşamba, 08:17


AKP’nin IŞİD çıkmazı

Hüseyin ALİ/Özgür Gündem

14 Ocak 2015 Çarşamba, 08:10


Siyasi etik yasası çıkarılmalı

Serpil Çevikcan/Milliyet

12 Ocak 2015 Pazartesi, 09:37


MİT’in sicili

Gültekin AVCI/BUGÜN

12 Ocak 2015 Pazartesi, 09:17


İslamofobi ve provokasyon

İhsan ÇARALAN /Evrensel

12 Ocak 2015 Pazartesi, 09:11


Seçimi böyle kazandık: “VİCDANEN RAHATSIZIM”

Hüseyin Özay/Taraf

12 Ocak 2015 Pazartesi, 08:32


AKP’nin erkek aklı özgür kadından korkuyor

Zilar STÊRK/Özgür Gündem

12 Ocak 2015 Pazartesi, 08:25


Barışı, ancak özgürlükler besler

Hüda KAYA/Özgür Gündem

12 Ocak 2015 Pazartesi, 08:14


Bilim siyasetin elini öptüğünde...

Cüneyt Ülsever/YURT

11 Ocak 2015 Pazar, 10:19


Sabri Uzun da “cadı avı”na katıldı

Nazlı Ilıcak /BUGÜN

11 Ocak 2015 Pazar, 10:18

Son 20 Yazım

CHP, NEDEN İKTİDAR VE UMUT OLAMIYOR, 7 HAZİRAN VE 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI


AHMET İSVAN, CUMHURİYET ÇINARI VE EFSANE BAŞKAN


GERÇEK VE NAMUSLU SOLCULAR GÖREV YİNE SİZE DÜŞTÜ.


ÇARŞAFI ÇIKARDI, PEÇEYİ ATTI VE GÖZLERİNİ YUMDU!..


12 Eylül Faşizmi unutuldu mu?


Yıllar önce Yasin El Kadı'yı yazmış ve uyarmıştım:KEFİL OLANA KEFİL MİSİNİZ ?


Yıllar önce yazmışım \\\\\'ÇANKAYA SIRAT KÖPRÜSÜ!\\\\\'


Tüm Dostlara Teşekkür…


Erdoğan, haysiyet cellatlığı yapıyor: Bağırdıkça korkuttuğunu, hakaret ettikçe sindirdiğini sanıyor!


Gülen Cemaatinin ‘Altın Nesil’ hedefi:


Endişeliyiz, Kaygılıyız, Hatta Kırgın ve Öfkeliyiz, Ancak Çözümsüz ve Umutsuz Değiliz...


Ülkelerin ve Toplumların Uygarlığı Çocuklarına Yaptığı Yatırımla Anlaşılır.


Kardeşlik Kanla, Barış Sözle Olmaz...


Sayın Başbakan, ‘Marjinal’ değilim ama isyanlardayım


CHP Milletvekilleri Gezi’de Gökkuşağı çocuklarının yanında…


Çapulcu Halkın Okuduğu Şiir!


“İNSANLAR İHANETE TUTSAK” Diyerek Yeniden Merhaba…


Dost Okurlarımdan Kısa Bir Süre İzin İstiyorum.


Sadece İnsan Olmak!


Annemin de Başını Ezerler mi?

Takvim

Pt Sl Çr Pr Cm Ct Pz
123
45678910
11121314151617
18192021222324
25262728293031
info@bursabagimsiz.info.tr

Bursa Bağımsız adlı, www.bursabagimsiz.info.tr adresinde yayınlanan işbu web sitesi içerisinde yayınlanan yazınsal ve görsel içeriğin her hakkı saklıdır.

Site içerisinde Güler Buğday dışında yazınsal ve görsel içeriği yayınlanan konuk yayıncıların eserlerinin her türlü hukuksal sorumluluğu konuk yayıncıya aittir. Güler Buğday işbu içerikten ötürü sorumlu tutulamaz.

Copyright © 2025 Bursa Bağımsız