Kılıçdaroğlu, seçim öncesi partisinin en önemli paketini açıkladı. “CHP artık sivilleşmeyi savunan, AKP ise direnen partidir” diyen CHP liderinin amacı, Ak Parti’ye geçmişte sandık başarısı getiren “özgürlükler” dilini sahiplenmek, iktidarı “baskıcı” ve “statükocu” konumuna sıkıştırmak.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu dün İstanbul’da bir kahvaltı sohbetinde partisinin Demokrasi Paketi’ni açıklarken, fark ediyorum ki masanın etrafındaki köşe yazarları, farklı gazetelerde de olsalar şu ya da bu biçimde Türkiye’de demokrasi noksanlarını sık sık gündeme getiren isimler.
Belki bu yüzden, belki de artık Türkiye’deki demokratlar, yüzde 10 barajının indirilmesi, tutukluluğun cezaya dönüşmemesi ya da medyaya baskıların sonra ermesi gibi konularda zaten hemfikir olduğu için, kahvaltıda fazla polemik yaşanmıyor. Az soru geliyor, yorgun gözüken Kılıçdaroğlu soruları fazla uzatmadan yanıtlıyor ve kahvaltı son buluyor.
Ancak bu, seçime iki hafta kala hazırlanan raporun önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Sencer Ayata liderliğinde genç akademisyenlerden oluşan ekip (Oxford’da doktorasını yeni tamamlamış genç araştırmacı Mehmet Karlı’nın ismini not edin)?Türk demokrasisinin tam bir röntgenini çekmiş. Her türlü tümör, kist, tıkalı damar, ödem cascavlak ortada. Bu yüzden okunmaya, tartışılmaya değer. (www.chp.org.tr )
Seçmenin derdi olmasa da
Tabii maalesef seçime iki hafta kala seçmenin büyük bölümü ille de “özgürlük” sevdasında değil. Güneydoğu dışında büyük çoğunluk demokratikleşme değil “projelerle” ilgili. Son günlere kampanyalarını izlediğim milletvekili adayları biri, hapisteki gazeteciler gibi konuların İstanbul’da bile neredeyse hiç sorulmadığını söylüyor. Konuyu Prof. Ayata’ya açtığımda, cevabı “Evet seçmenin birinci önceliği aile sigortası. Ama bu demokrasiyi ihmal edebileceğimiz anlamına gelmiyor” oluyor.
Sencer Hoca haksız değil çünkü CHP raporundaki başlıklar, Türkiye’nin gerçekten “ileri demokrasi” olabilmesi için, olmazsa olmaz adımlar. Umarım tartışılır.
Raporun ruhu, Kılıçdaroğlu’nun “Artık CHP sivilleşmeyi savunan, AKP ise buna direnen partidir” cümlesinde saklı. CHP zekice bir iş yapıyor; bu raporla Ak Parti’ye 2002 ve 2007’de sandık başarısı getiren demokrasi dilini sahiplenerek, hükümeti “statükocu” ve “yasakçı” konuma düşürmeyi amaçlıyor.
Bu taaruz, eninde sonunda seçime “istikrar”ve “büyüme” temasıyla giren Ak Parti’yi de zorlayacak, belki yeniden daha özgürlükçü bir atmosfere sokacaktır. Demokrasi konusundaki güzel bir rekabet doğarsa, kazanan Türkiye olur.
Polis de kontrol edilsin
Bu yüzden dünkü kahvaltıda Kılıçdaroğlu söze Ak Parti’nin 2002’den beri en çok kullundığı temadan, “sivilleşme” meselesinden başlaması manidardı. CHP bu raporla, TSK iç hizmet kanunun 35’inci maddesinin değişmesini, ordunun Meclis denetimine girmesini, Genelkurmay Başkanı’nın aynı Batı’da olduğu gibi düzenli aralıklarla TBMM Milli Savunma Komisyonu’nda vekillerin sorularını yanıtlamasını istiyor.
Hrant Dink cinayetinin hâlâ aydınlatılmamış olması, faili meçhuller, tutukluluk süreleri, İnternet yasakları, TCK ve CMK’daki baskıcı unsurlar raporda uzun uzadıya yer tutuyor. Telefon dinlemeler ve muhaliflere karşı her geçen gün artan polisiye tedbirler de CHP tarafından kıyasıya eleştiriliyor.
Bu anlamda raporda ciddi bir “polis devleti” uyarısı var: “AKP hükümetinin sivil-asker ilişkilerinde gösterdiği hassasiyeti güvenlik kuvvetlerinin diğer unsurları için gösterm(iyor.)?Demokratik bir yönetimde sadece asker değil, polis, istihbarat ve tüm güvenlik birimleri sivil kontrol altına alınmalı ve hukuka uyun davranmalı. Bu kuvvetlerin hepsi seçimlerin sonuçlarını etkileyebilecek olanaklara sahiptirler. Bu tercihlere tehdit oluşturan üniformaların rengi olmaz.”
Kılıçdaroğlu, Ak Parti iktidarının muhaliflere karşı uygulamaları ve siyaset dilinin gittikçe “militarize” hale geldiğini söylüyor: “Türkiye’de adı konmamış, ilan edilmemiş bir Olağanüstü Hal hüküm sürüyor. Yasal siyasetin sınırları her gün daraltılıyor. OHAL’in hukuktaki temsilcisi Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, siyasetteki temsilcisi de Türkiye’yi OHAL Valisi gibi yöneten Başbakan’dır”
Hakkari?mitingine BDP’lilerin geldiği iddiasına ise tepki göstererek “Ne demek? BDP’liler vatan haini mi!” diyor.
Ne diyelim; sanki artık CHP?ve AK Parti’de roller tamamen değişmiş gibi...
CHP’nin Demokrasi reçetesi
CHP Raporu’nda “özgürlükçü demokrasi” için tekliflerden bazıları:
- TCK ve CMK’daki ifade özgürlüğünü kısıtlayan baskıcı unsurlar çıksın. Terör tanımı için hiyerarşik örgüt bağlantısı aransın.
- Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri kalksın.
- TBMM’de faili meçhul cinayetlerle ilgili komisyon kurulsun.
- Gazetecilerin ayrıcalıkları ve ifade özgürlüğü düzenlemeleri, gazeteci meslek örgütleriyle birlikte değerlendirilsin.
- HSYK, “Hakimler Yüksek Kurulu” ve “Savcılar Yüksek Kurulu” olarak ikiye ayrılsın.
- Parlamentoda Kesin Hesap Komisyonu kurulsun.
- Yüzde 10 barajı kalksın.
- Başbakan haftada bir gün Genel Kurul’da milletvekillerinin sorularına yanıt versin.
- Kürt sorunu için Avrupa Konseyi yerel yönetimler şartı çerçevesinde yerel yönetimler güçlendirilsin, anadil öğrenimine destek verilsin, Diyarbakır cezaevi müze yapılsın.
BDP jargonu değişmiş
Geçen hafta Güneydoğu’da dolaştım. Bölgede her zaman siyasetle ilgili farklı bir dağarcık kullanılırdı. Ama son yıllarda BDP’nin kullandığı terminolojinin biraz değişmiş olduğunu gördüm.
- Kitle: BDP’liler “taban” yerine “kitle” demeyi seviyor: “Kitle artık Kürt sorununda farklı çözüm istiyor”
- T.C. Devleti: Eskiden devlet yerine biraz da kaba bir üslupla “TeCe Devleti” denirdi. Artık bu laf tedavülden kalkmış, iyi de olmuş.
- Süreç: Kürt sorunuyla ilgili her aşamaya “süreç” deniyor. Sadece “açılım süreci” değil, BDP’liler “1992 süreci”, “93 süreci”, “İmralı süreci” gibi her döneme “süreç” diyor.
- Ak Parti: Kimse alınmasın, anlam çıkarmasın, ben iktidar partisine “Ak Parti” diyorum. Neden? Çünkü isimlerinin o olduğunu söylüyorlar, eleştirsek bile buna saygı göstermek gerek. Ama zaten son haftalarda gördüm ki Anadolu’nun birçok yerinde “Ak Parti” sözü iyice yerleşmiş. BDP’de de yöneticiler dışında taban, köylerde bile “Ak Parti” diyor. -
Şehitler Ölmez: Yıllardır Kürt milliyetçiliğine yapılan en büyük eleştiri, Türk milliyetçiliğinde karşı çıktığı birçok unsuru olduğu gibi benimsemiş olması. Bunda belki şaşılacak bir durum yok ancak BDP seçim mitinglerinde Türkiye’deki en milliyetçi sloganların olduğu gibi Kürtçe söylenmesi dikkatimi çekiyor.
Ufacık köylerdeki toplantılarda bile kalabalıklar hemen “Şehitler Ölmez” anlamına gelen “Şehit Namırın” diyor. Hatta BDP’nin bazı toplantılarda adaylara tezahürat için Türkçe olarak “Kürdistan seninle gurur duyuyor” sloganını atıldığını duyunca, şaşırmadan edemedim.
Kaset MHP’ye yarıyor!
Sizi bilmiyorum ama ben son günlerde hiç ummadığım insanlardan “MHP’ye oy vereceğim” lafını duyuyorum. Birkaç ay önce “Beyaz Türklerin MHP’yi Kurtarma Planı” diye bir yazı kaleme almış, tanıdığım bazı işadamlarının MHP’ninbaraja takılmasını engellemek için bu partiye yöneldiğini söylemiştim.
Çirkin kaset komplosu sonrasında, bu eğilim daha da artmış durumda. Geçen gün spor salonunda, ardından kalabalık bir akşam yemeğinde “Elim varmıyor ama hayatımda ilk defa MHP’ye oy vereceğim” diyenlere rastladım. Genellikle genç işadamları. Aralarında 2007’de Ak Parti’ye oy vermiş olanlar da var. Ancak özel hayatların bu ölçüde terbiyesizce ihlal edilmesine, siyasetin dizayn edilmesine ve iktidar partisinin kaset skandalını “eline beline dikkat” diye kullanmasına tepki gösteriyorlar.
Dün bu gözlemi Adil Gür’le paylaştığımda, MHP’de hafif bir yükseliş olduğunu doğruladı. Demografik olarak MHP’ye yönelen beyaz Türkler yüzdesini bilemiyorum. Ama MHP’nin baraja takılmasına izin vermeyecek gibiler...
|