MHP’yi derinden sarsan son gelişmeleri yorumlayan CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal, “Bu kaset siyaseti, ne insanlıkla ne demokrasiyle ne de hukukla bağdaşır!” diyor. Soruyor; “Bu kasetler kendiliğinden mi çıkıyor? Niçin şimdi oluyor bu işler? Bir tesadüf mü yani?...” Yanıtını hemen veriyor; “Tabii ki tezgâh var, plan var, komplo var. Bu çok açık... Kimse beni bu kasetlerin bir tesadüf eseri olduğuna inandıramaz!”
Seçim öncesinde herkesin aklında aynı soru var, ki bu Meclis aritmetiğini baştan sona değiştirecek; “MHP barajı geçebilecek mi?” İşte bu soruyu herkes birbirine sorarken, yağmur gibi yağmaya başladı kasetler. Üstelik hiç görülmemiş bir densizlikle, “İstifa edin, yoksa diğer kasetleri de yayınlarız” tehditleriyle... İstifa etmediler, kasetler çıktı o malum sitede... Sonuç; hepsi de istifa etti! MHP’nin 16 yöneticisinden 10’u!.. Zaten baraj sınırında bir parti için daha büyük bir felaket olabilir mi?
Konu kaset olunca, tam da bir yıl önce benzer bir operasyonla CHP Genel Başkanlığı’nı bırakmak zorunda kalan Deniz Baykal geldi aklıma, tıpkı herkes gibi... O ise konu kaset oldu mu, susmayı tercih ediyordu. Sadece kasetleri değil, o günden bugüne Türkiye siyasetinde gelinen noktayı da konuşmak istedim Baykal’la... Her ne kadar o kasete ilişkin nasıl bir soru soracağımı bilmesem de... Bırakın bilmeyi böyle mahrem bir konuda soru sormayı kendime yakıştıramasam da!.. Diyeceksiniz ki “Nasıl gazetecisin?” İşte öyle bir gazeteci... Günün sonuna kadar da soramadım. Bütün günü birlikte geçirdik, Antalya’da çarşı pazar, Aydınlar Ocağı’nda bir konuşma, Alanya’da taziye evi, basın ödüllerinin verildiği bir tören, bir otelde çay molası... Baykal’ı görenin yüzü güldü, kimi tokalaştı, kimi alkışladı, çoğu da sarıldı, fotoğraf çektirdi. Bekledim, belki bir Allah’ın kulu çıkar da, “Sizin de başınıza geldi bu kaset olayı... Ne düşünüyorsunuz?” der diye. Demedi! İş başa düştü. Alanya’dan Antalya’ya dönerken, çıkardım baklayı ağzımdan utana sıkıla... Kimsenin soramadığı o soruyu sordum. Baktı şöyle bir, “Teybi kapat” dercesine... Kapattım ve tam bir saat boyunca anlattı. Tek bir şartla, şimdilik susmam kaydıyla! Sadece diyebileceğim o ki, günü gelince noktasına virgülüne bir açıklama yapacak Baykal, ahdı var!
MİLLET BAŞBAKAN’A ‘DUR’ DEMELİ!
Kendi kasetiyle ilgili konuşmuyor, ama MHP’yi derinden sarsan son gelişmeleri yorumluyor: “Bu kaset siyaseti, ne insanlıkla ne demokrasiyle ne de hukukla bağdaşır!” Soruyor; “Bu kasetler kendiliğinden mi çıkıyor ortaya? Niçin şimdi oluyor bu işler? Bir tesadüf mü yani?...” Yanıtını hemen veriyor; “Tabii ki tezgâh var, plan var, komplo var. Bu çok açık... Bu kasetler hukuka aykırı, demokrasiye aykırı, ahlaka aykırı, İslamiyet’e aykırı, en önemlisi de insanın mahremiyetine aykırı... Kimse beni bu kasetlerin bir tesadüf eseri olduğuna inandıramaz!” Ona göre hesap, seçim öncesinde siyasi, ahlak dışı bir hesap. Bu kasetlerle MHP’nin oyunu barajın altına indirmek... Bütün bu olan biten arasında iktidarın, daha doğrusu Başbakan’ın hesabını şöyle özetliyor: “MHP Meclis’e giremezse, oyum artar. Oyum artarsa koltuk sayım artar. Anayasayı istediğim gibi değiştiririm. Anayasayı değiştirince de başkanlığımı ilan ederim!” İşte bu noktada elden gidecek olanın, belki de şimdiden gitmiş olanın demokrasi olduğunu vurguluyor.
Baykal, oldukça karamsar ülke için... İki sözün arasında “Başbakan’a ‘Dur’ demeye ihtiyaç var” diyor. Ama bunu söyleyebilecek kimse yok ona göre... “Herkesin sindirildiği, yıldırıldığı bir siyasi ortamda Başbakan çok şımardı... Arşıâlâya (Göğün dokuzuncu katı) çıktı. Üstelik bütün bunlar daha üçüncü döneme girmeden oluyor. Türkiye, yokuş aşağı giden yüklü bir kamyon gibi, freni de tutmuyor. Demokrasi rejiminde fren nedir? Önce Cumhurbaşkanıdır, ama o zaten susuyor! Yargıdır, yasamadır, iş dünyasıdır, sendikalardır, sivil toplum kuruluşlarıdır, basındır. Ama hepsi yıldırıldı, susturuldu... Başbakan’a ‘Dur’ diyebilecek tek merci millet. Bu seçimde milletin iktidara ‘Dur’ demesi lazım. Eğer millet bir uyarı verebilirse, bunun Başbakan üzerinde çok önemli bir etki yaratacağını düşünüyorum. Kazın ayağının öyle olmadığını görmeli Başbakan... Başbakan’ın kesinlikle eteğinden çekilmeye, bir uyarıya intiyacı var” diyor.
Son umudu milletin iradesine bağlamış Baykal, umuyor ki, halk demokratik tepkisini bu seçimlerde göstersin. Göstermezse ne olur? İşte onu düşünmek bile istemiyor!
Başbakan istese failler hemen bulunur
Sizce ard arda çıkan kasetlerin arkasında ne var? Hedef ne?
Anlaşılıyor ki bu komplonun amacı sadece belli milletvekillerini etkisizleştirmek değil, onun ötesinde MHP’yi seçim öncesinde bir krizle karşı karşıya bırakmaktır. Bunun belki MHP’nin parlamentoya girmesini önleyebileceğini planlamışlardır, belki MHP’nin parlamentoya girememesinin iktidar partisi için çok büyük yararlar sağlayacağının hesabı yapılmıştır. Yani bu tertibi yapanlar hâlâ kişilerin istifasının ötesinde MHP yönetiminin bir krize sürüklenmesini ısrarla takip ediyorlarsa, demek ki böyle büyük bir kurgu var. Bu büyük kurguyu hayata geçirmek istiyorlar... Mümkün olsa MHP’yi etkisizleştirmek ve 367’yi yakalamak istiyorlar.
Yani iktidar da bu kasetlerden haberdar mıydı?
Baksanıza istifalar yetmiyor, Bahçeli de ayrılsın diye baskı yapıyorlar. Yani bir seçim öncesinde parlamentoya gireceği anlaşılan bir siyasi partiye yönelik bu tertibin bir hedefi, bir amacı olmaz mı? Bir altyapısı olmaz mı? Bu altyapı tamamen iktidarın bilgisi dışında diye bir konu kabul edilebilir mi? Başbakan, “Günün teknolojisi karşısında bu olaylarla ilgili yapacak bir şey yok” diyor... Tam tersine günün teknolojisi karşısında bu olayları saklamak mümkün değil. Günün teknolojisi ışığında bunları ortaya koymamak, ancak ortaya koymama hesabını yapanlar bakımından anlaşılabilir. Bu yöntemle yapılan yayının arkasında kim varsa, bunun ortaya çıkarılmaması mümkün değildir. Başbakan, “Efendim yargı el koydu” falan diyerek kaçamak tavırlar takınıyor. Kaçıyor, gereğini yapmıyor. Gereğini yapmıyor ama bu komployu kuranların amacına hizmet edecek bir siyasi faaliyeti de fütursuzca sürdürüyor. Peki niye oluyor bu? Yani niçin şimdi oluyor bu iş? Kendiliğinden mi oluyor? Ne yapalım bir tesadüf işte, bilinmeden, aniden bir şey oldu mu diyeceğiz? İlk kez mi oluyor bu işler? Kimisi diyor ki, bilmem ne kadar önce tespit edilmiş bu kasetler. Tezgâh var, plan var, komplo var, çok açık. Bu durum hukuka aykırı, yasaya aykırı, insanlığa aykırı, ahlâka aykırı, İslamiyet’e aykırı. İnsanın mahremiyetine böylesine nüfuz ederek, onu alenileştirerek bundan bir siyasi yarar beklemek ne kadar ayıp bir şey! Ama maalesef şimdi bir yöntem haline geldi.
Peki ama niye?
Seçime giderken bin türlü hesap olabilir. MHP’yi barajın altında bırakalım, MHP Meclis’e giremesin, MHP giremezse benim oyum artar, benim oyum artarsa anayasayı istediğim gibi değiştiririm, anayasayı değiştirirsem Başkanlığımı ilan ederim falan hesapları mıdır, bilemem. Ama o zaman, efendim bunlarla iktidarın hiçbir ilişkisi yok. Bunlar tesadüf mü diyeceğiz? Buna inanacak mıyız? Adamlar istese de bunu bulamaz mı? Teknoloji nelere kadir... Teknoloji bu tip suçların gizlenmesine değil, kaçınılmaz olarak alenileşmesine imkan veriyor. Her şeyin kaydı var. Yaptığın yanlışın da kaydı var. Sen onu yasalara aykırı çekiyorsun, haneye tecavüz ediyorsun, içeride düzenler yapıyorsun, çekimler yapıyorsun, o çekimleri yayınlıyorsun, dışarıdan birisi kayıt ediyor, o kaydettiğini kasete çeviriyor, sonra götürüyor internetten bilmem hangi siteye koyuyor... Bunların yakalanmaması mümkün mü? Siyaset buraya tesadüfen mi geldi? Bu iyi bir gidiş mi? Herkesin telefonları dinleniyor, herkes “Eyvah benim bir açığımı bulacaklar, ben fazla konuşmayayım” diyor. Eee ne oldu hani milletin üstün iradesi, her şeyi onun belirlediği düzen! Bu iyi bir tablo değil.
Peki seçimlere sadece üç hafta kaldı, öngörünüz nedir? Nasıl bir Meclis tablosu ortaya çıkar?
İnşallah bir demokrasi mucizesi gerçekleşir ve milletimiz bu gidişe ciddi bir tepki gösterir ve “Dur” der. Ortada iyi niyetli bir tablo yok, demokratik bir tablo yok. Buna karşı çok ciddi bir tavır takınma ihtiyacı var.
Diyelim ki MHP barajın altında kaldı ve öyle bir Meclis oluştu?
Böyle bir şeyi kabul etmek istemiyorum. Bu komplonun işleyişi varsayımını kabul etmeyi bu komployu kuranlara hizmet sayıyorum, reddediyorum. Bu çok ayıp. Türkiye’nin bu seçim ortamı hiçbir şekilde ne demokrasiyle bağdaşır ne hukukla ne insanlıkla ne sağduyuyla... Türkiye’de uzun süredir yaşananlar, anayasa değişiklikleri, yargıda gerçekleştirilen değişiklikler, medyanın susturulmuş olması, iş dünyasının korkutulmuş olması, bütün bunlar böylesine ayıp uygulamaları topluma kabul ettirme projesinin altyapısıydı. Bu altyapıyı kurdular, onu işletiyorlar işte. Milletimizin bu tablo karşısında bir tepki göstermesini bekliyoruz.
Ama kamuoyu araştırmalarını biliyorsunuz... AKP için yüzde 46-47’ler söyleniyor. MHP’nin oy oranı ise yüzde 10-11’ler civarında... Yani baraj altında kalma ihtimali uzak bir ihtimal gibi görünmüyor...
Bunlar hep seçim öncesi spekülasyonlar. Ben bu rakamlara bakarak konuşmayı uygun görmüyorum. Benim konuşurken referansım kamuoyu yoklamaları değil. Benim referansım demokrasinin ilkeleri, Türkiye’nin geleceği, demokrasinin ve hukukun temel dayanakları... Bunları görerek ihtiyacı söylüyorum. İhtiyaç bu tabloya tepki göstermeyi zorunlu kılıyor. Tabii eğer Türkiye demokratik, hukuka saygılı, çağdaş bir değişimin içine sokulmak isteniyorsa... Hele bir seçimler sonuçlansın da o zaman konuşuruz. Ne olduğunu kimse bilmiyor. Araştırmaların bir önemi yok. Ben size gerçeğini söylüyorum. Bu manzaraya halkımız tepki göstermelidir. Göstermek demokrasi için umuttur.
Neden göstermelidir? Ters giden ne?
Türkiye’de şu ana kadar yaşanan baskı, korkutma, yıldırma sürecinin bu seçimde kırılacağının görülmesine ihtiyaç var. Türkiye’de bir baskı rejimi oluşturuluyor. Geride bıraktığımız dönemde yaşanan olaylar bunu çok açık bir şekilde ortaya koydu. Yaşadığımız olayın adı demokrasi değil hiçbir şekilde. Zaten iktidardakiler de bunu bildiği için ortadaki rejime demokrasi diyemiyorlar, ileri demokrasi diyorlar. İleri demokrasi denilmesi bunun demokrasi olmadığının görülüyor olmasındandır. Demokrasinin böyle bir nitelemeye ihtiyacı yoktur. İleri demokrasi, geri demokrasi diye bir şey yoktur. Demokrasi ya vardır ya yoktur. Eğer siz demokrasinizi ileri demokrasi diye niteleme ihtiyacı hissediyorsanız, bu aslında geri olduğunu, demokrasi olmaktan çıkmakta olduğunu görüyor olmanızdandır. İleri demokrasi lafı demokrasi bakımından suçüstüdür. Çünkü yapılan düzenlemelerin demokraside yeri yoktur. Şimdi Türkiye bir süreden beri bildiğimiz bütün dünyanın kabul ettiği gerçek bir demokrasi olmaktan çıkıyor. Çok açık, yargı demokrasinin yargısı değildir. Basın ve medya özgürlüğü çok ciddi şekilde tahrip edilmiştir. Basın özgürlüğü olmadan demokrasi olur mu? Herkesin telefonunun rahatça dinlenebildiği bir ülkede demokrasi olur mu? İnsanların henüz yayımlanmayan kitaplarından dolayı cezaevlerine konulduğu bir ülkede demokrasi olur mu? İnsanların korktuğu bir ülkede demokrasi olur mu? İşadamlarının düşüncelerini söyleyemediği bir ülkede demokrasi olur mu? Bunlar yaşanıyor Türkiye’de. Demek ki demokrasi değil.
Tüzmen’in Kılıçdaroğlu’na değil Başbakan’a hesap sorması lazım
Eski bakanları hakkında şüphe ifade eden sözlerin sahibi bizzat Başbakan. Eski bakanların rahatsız olmak haklarıdır. Ama o rahatsızlığı ifade etmeleri gereken merci Başbakan’ın kendisidir. Gidip Başbakan’a sormaları gerekir. Başbakan’a soramadıkları soruyu Kılıçdaroğlu’na sormaları gülünç. İddianın sahibi Başbakan. Ama ne yazık ki Başbakan’ın sözleri ile itham edilen bakanlar Başbakan’a bunun hesabını soramıyorlar. Ana muhalefet partisinin genel başkanına soruyorlar. Bu da olaylardan kaçışın bir yöntemi herhalde.
Hâlâ ‘Erdoğan’ın yasağını sen kaldırdın, onu Meclis’e sen soktun diye beni suçlayanlar var
Tayyip Bey’le hiçbir temasım ve pazarlığım olmadı... İnsanların ölüm cezasını kaldıracaksın, ama öte yanda şiir okudu diye bir siyasi ölümü, bir siyasi afarozu işleteceksin. Bu doğru değil. Biz bunları düşünerek bu sorunu hallettik. Ve arkasından da anayasa konusunda, AB konusunda, demokratikleşme doğrultularında çok ciddi işbirlikleri yaptık. Ama maalesef geldiğimiz noktada Türkiye’de demokrasiyi daha güçlenmiş olarak görme imkanı kalmamıştır. Bu acı bir tespittir. Daha demokratik bir Türkiye’yi inşa edeceğiz diye birlikte yola çıkmış insanların bugün geldiği noktada ortaya çıkan bu tablo demokrasi bakımından kaygı vericidir. Maalesef bu ülkede artık herkes sınırını biliyor, bilmezse de bedelini çok acı ödüyor.
Türkiye borç yiyor. Başbakan “Buluyoruz da yiyoruz” diyor. Kastelli de buluyordu!
Cari açık yıl sonu itibariyle 88 milyar dolara ulaştı. Türkiye hâlâ borç yiyor. “Canım buluyoruz da yiyoruz” diyor Başbakan. Tabii bulursun, Kastelli de buluyordu. Bulduğu sürece faizleri veriyordu. Peki bulamadığında ne oldu?
Başbakan, Demirel’i neyin içine çekmeye çalışıyor bilmiyorum ama üslubu çok yakışıksız
Başbakan, Demirel’i neyin içine çekmeye uğraşıyor, bu ona ne kazandırıyor, bilmiyorum. Demek ki bir hedefi var orada! Ama üslubu çok yakışıksız, çok ayıp ve halkı rahatsız etmesi gereken bir üslup... Demirel’i isteyen sever, isteyen sevmez ama bir Başbakan’ın eski bir Cumhurbaşkanı’na görevini bıraktıktan yıllar sonra böyle laflar söylemesi anlaşılabilir gibi değil. Çok yadırgatıcı, çok yanlış. Çok ciddi bir tepkiyi hak ediyor. Vatandaşın ayıplaması gerekiyor. Umarım ayıplanıyordur.
Kemal Kılıçdaroğlu büyük bir gayretle çalışıyor
Kılıçdaroğlu’nun temposunu nasıl buluyorsunuz?
Büyük bir gayretle çalışıyor. Genel Başkan da herkes de partinin çok iyi sonuç alması için çok büyük bir gayret içinde. Örgütlerimiz gayret içinde. Adaylar çalışıyor, yönetimdeki arkadaşlarımız çalışıyor. Elden gelen yapılıyor.
Projeler oy getirir mi peki?
Getirmesi gerekir. Hepimizin bekleyişi o...
Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olarak sizden en büyük farkı ne diye sorsam...
Bunları söylemek bana düşmez... Kılıçdaroğlu değerli bir siyasetçi. Siyasi yaşamı boyunca onun hakkındaki anlayışımı, değerlendirmelerimi ortaya koymuşum zaten. Milletvekili yapılırken de, hatta milletvekili olmadan önce İş Bankası yönetimine girerken de... Milletvekili olduktan sonra da, grup başkan vekili olurken de, daha sonra genel başkanlık sürecinde de...
İnsan tanımadığına ‘düşmanım’ dermiş...
Muhafazakâr düşüncenin kalelerinden biri Aydınlar Ocağı... Bu derneğin Antalya şubesini ziyarete gidiyoruz. Baykal konuk konuşmacı... Bir saate yakın konuşuyor, herkes pür dikkat dinliyor. Konuşma sonrasında Antalya Aydınlar Ocağı Başkan Yardımcısı Mehmet Günal, “Katılmadığımız bazı noktalar olabilir ama onları dile getirmek istemiyoruz. Ancak size teşekkür etmek istiyoruz; Kıbrıs Barış Harekatı’nda imzanız olduğu için, Ortadoğu’da bir zalimi hakim kılacak o tezkereye ‘hayır’ dediğiniz için, Suriye sınırındaki mayınları İsrailliler’in temizlenmesine engel olduğunuz için, bütün konuşmalarınızda mezhep ve etnik ayrışmaya karşı olduğunuzu vurguladığınız için, Bosna’da tecavüze uğramış kadınlarımıza başörtüsü dağıttığınız için...” Böyle devam ediyor teşekkürleri... Sonra bir kasa muz çıkıyor ortaya, halis Anamur muzu... Üreticisi Mehmet Korkmaz yerli muzun korunması ve tanıtılması için destek istiyor. Baykal da teker teker dağıtıyor muzları salondakilere... Muhabbet koyulaşıyor. Görüyorum ki yüzlerinde bir onaylama gülümsemesi, büyük bir ilgi... Bir sosyaldemokrat liderin milliyetçi-muhafazakâr bir dernekte böyle kabul görmesi şaşırtıyor beni... Ben bunları düşünürken son sözü 33 yıldır Libya’da müteahhitlik yapan bir zat, İsmet Kaya söylüyor; “İnsan tanımadığına düşmandır derler, sizi tanıdığıma çok memnun oldum!”
|