Önce, Mehmet Şevki Eygi’nin eşsiz vecizesinin bir bölümünü birlikte okuyalım:
“Türkiye’ye bir gün elbette Şeriat gelecektir.
Şeriat uygulaması tabiî ki, türbeleri yıkan Selefilerin zihniyetine uygun olmayacaktır. Ülkemize Osmanlı tipi, Mevlana Celalettin Rumî zihniyeti ışığında Şeriat gelmelidir.
Şeriat adalet, güvenlik, insaf, ahlak, fazilet, yardımlaşma, iyilikleri emir etmek, kötülükleri yasaklamak, mürüvvet, fütüvvet demektir.
Şeriat düzeninde gayr-i Müslimlere de hürriyet vardır.
Müslüman ile İslamcı başka olduğu gibi bedevî usulü Şeriat düzeni ile medenî Müslümanların Şeriat düzeni farklıdır.
Şeriat düzeninde hırsızlık olmaz, sömürü olmaz, soygun ve talan olmaz. Şeriat, saçı bitmedik yetimlerin haklarını kimseye yedirmez. Yemeye kalkanı tepeler.
Şeriat düzeni haram, kara, kirli, necis servetler edinilmesine izin vermez.
Şeriat düzeninde müstehcen medya olmaz.
Şeriat düzeninde büyük soyguncular, büyük uyuşturucu tacirleri icabında asılır.
Şeriat düzeninde iç savaş ve terör olmaz.
Şeriat düzeninde kapıları kilitlemeye lüzum kalmaz”
***
Sonra da üzerine kat-iyetle konuşmayalım.
Zira, ne kadar yazarsak yazalım, konuşursak konuşalım, cahiliye dönemi zihniyeti hortladı bi kere!
Her zaman değim gibi, niyet, zihniyet ve ortam o denli müsait ki ileri demokrasiyle taçlanan vatan sathında, bundan böyle pratik, teori ne ararsan var.
Demokrasi treninden inen başlıyor konuşmaya.
Geldiler zira!
Varacakları yere geldiler!
Nitekim, içlerinden biri çıkıp, “Elbet Şeriat gelecek!” Deyiveriyor.
Ki, Sayın Eygi’yi samimi yaklaşımından ötürü kutlamak isterim.
Çok daha dürüst olabilenler için bundan böyle kıvırmaca, döndürmece yok.
Her şey net.
Ne gelecek?
Şeriat…
Ne zaman kısmetse?
Elbet bir gün…
***
Dediğim gibi, benim Mehmet Şevki Eygi ve türevlerine diyecek sözüm yok.
Hele ki hasletlerini böyle net bir şekilde orta koyduktan sonra.
Yalan, dolan ve envai çeşit dümendense, böylesine açıktan belirtilmiş bir tercihi, en azından metanetle karşılarım.
Lakin, benim asıl canımı sıkan, ortam hepten elverişli hale gelinceye kadar, öldür Allah ortaya çıkmayacak olan, rengini belli etmeye cesareti olmayan, ve fakat vaziyeti müstehzi gülüşleriyle bir kenardan izleyen takiyeci tayfa!
Asıl mide bulandıran onlar!
Yalandan ve dümenden olanlar…
Sindikleri yerden çıkmak için, olası bütün tehlikelerin bertaraf olduğunu görmek istiyorlar.
Tek bir ihtimal dahi kalmayıncaya…
Beyni, uzun zaman önce muhtemeldir ki böbreği ile becaiş yapmış cümlesi yola gelinceye kadar bekleyecekler sinsi sinsi…
Nasıl berbat bir tutumdur o öyle…
Nasıl yakışıksız…
Ve nasıl ayıplı…
En kötüsü olmaya namzet bir yönelim…
Belki de bu hayatta bir insanın başına gelebilecek en fena şey!
Kütü olmaktan bile kötü!
Kötü olduğunu açıktan ilan edenlerde, bir aleniyet, bir dürüstlük var neticede.
Sebep sonuç ilişkisini çat diye kurabiliyorsun.
Neymiş bu?
Kötü!
O vakit gereğini düşün.
Ve fakat bunlar…
Bu sinsi tayfa…
Gününü ve sırasını bekliyor.
Kısasa kısası bekliyor.
Asmayı, kesmeyi ve en nihayetinde zifiri karanlığı…
Milyarlarca şeyi yeni baştan sorguladığım ve kendime en çok, “Peki ya sen neredesin?” diye sorduğum şu zaman diliminde beni en çok, gerçekte hangi bayrağa hizmet ettiği meçhul olanlar endişelendiriyor.
Seziyorsun, renk vermiyor!
Biliyorsun, inkar ediyor!
Karanlığın şafağını sayanlar…
“Elbet bir gün Şeriat gelecek” Diye açıktan ilan edenler bile sizin kadar tedirgin etmiyor insanı.
Zira o net.
Dürüst hatta…
Ama ya siz?..
|