Müyesser Yıldız... Gazeteci!
Tam on beş buçuk aydır Silivri Zulümhanesi’ndeydi!
On beş buçuk ay boyunca; neyle suçlandığını bile bilmedi!
Bu yüzden kendisini savunmayı kesinlikle reddetti...
Duruşma süreci uzayınca dayanamadı; “adalet orucu”na başladı. Cezaevinden verilen yemekleri yememe kararı aldı ve yılmadan bu kararını hayata geçirdi.
“Devletimden yemek değil, adalet istiyorum” diye haykırdı.
Sadece kendi parasıyla cezaevi kantininden aldıklarıyla beslendi!
***
Bütün tutuklular ve hükümlüler 8‘er kişilik koğuşlara 20’şer kişi tıkılırken; o 21 kişilik bir koğuşta bir buçuk yıla yakın bir süre tek başına “tecrit”e mahkûm edildi.
Kendi deyimiyle, konuşmayı unuttu!
Bir kedi istedi, yalnızlığını paylaşmak için, kuş vermeye kalktılar...
“O zaten kafeste, benim gibi” diyerek kabul etmedi.
Bu köşede bir mektubunu yayınladım; “üşüyorum” diyordu...
Cezaevinin önünde nöbet tutan askerlerin eşleri yün kazak örüp yolladı... Sadece onlar mı; Türkiye’nin dört bir yanından kazak yağdı!
Güneşe, renge, oğluna, eşine ve yataktaki annesine hasret kaldı!
Ve tabii ki kediye!
Ama bir an olsun kalemini eğmedi.
Dört duvar arasında ülke ve dünya gündemini izlemekten vazgeçmedi ve her gün yazdı. Yazdıkları, Facebook’taki sayfasında okunma rekorları kırdı.
Gün geldi, kendi yaşadığı zulmü unuttu, bizim delikanlımız Çağdaş Ulus‘a annelik yaptı...
Ve belgelerin sahte, delillerin “üretme” çıktığı Oda TV Davası’nın son duruşmasında mahkeme, önceki akşam kararını verdi:
“Tutuklulukta geçirdiği süre dikkate alınarak, tahliyesine...”
***
Sonra ne oldu biliyor musunuz?
Ailesi cezaevinden Müyesser’i aldı, birlikte Silivri’de bir çay bahçesine gittiler.
Sarı tüylü kocaman bir kedi, Müyesser‘in sandalyesinin yanına geldi ve çöküp kendisini sevdirdi...
İşte o an, on beş buçuk ay boyunca Müyesser’den esirgenen her şeyin iade edildiği andı!
***
Yardımsever halkın parasını “fenerleyenler”in üç ay tutulup serbest bırakıldığı bir ülkede Müyesser, sırf gazetecilik yaptığı için 16 ay cezaevinde tutuldu.
Dün sevgili ve vefakâr eşi Naci Uğur ile birlikte ziyaretime geldiler.
İlk kez gördüğüm bu “kardeşim”i, hepiniz adına öpüp, bağrıma bastım.
Şimdi sözü ona bırakıyorum.
Tam on beş buçuk ay sonra ilk kez bilgisayarın başına oturdu ve bakın sizin için neler yazdı...
*****
MÜYESSER DİYOR Kİ...
3 Mart 2011’de hangi gerekçeyle alındıysam; 18 Haziran 2012’de aynı gerekçeler vardı ve tahliye edildim.
Neden?
Değişen ne oldu?
Ya da ben bırakıldıysam diğer insanlar neden içeride?
Galiba kamuoyunun gücü!
Ama birden haksızlığı kabul etmek istemedikleri için; hakkımız olan adaleti gıdım gıdım vererek “delikanlılıklarına” toz kondurmak istemiyorlar.
Yeni tür bir işkence!
Düne kadar bedenim içeride ruhum, aklım dışarıdaydı; bugün bedenim dışarıda, ruhum, aklım içeride...
Ama... Durmak yok, yola devam. Yanlış hesap Silivri’den dönecek!
Hep birlikte, bu ülkede yeniden adaleti tesis etmek zorundayız. Mesele benim Soner’in, Barışlar‘ın İlker Başbuğ’un manevi oğlum Çağdaş’ın ve nicelerinin meselesi değil, Türkiye’nin meselesidir.
Üzerimize bir karabulut çöktü, bu karabulutu kovmalıyız. Geleceğimiz, çocuklarımız için...
Ben hiç içeride yalnız kalmadım. Tanımadığım o kadar kadın, erkek ve genç, yurt içinden yurt dışından özgürlük taşıdılar.
Şimdi bu özgürlüğü birleştirip, diğerlerine taşıyacağız.
Yalnızdım ama tek başıma değildim. Sizler vardınız.
Mahallenin delikanlıları, mahallenin deli kadınları, deli gençleri; hepinizi çok seviyorum.
*****
Sekiz aslan daha şehit oldu, Arınç Bey dedi ki...
MİT yetkililerinin Başbakan’dan aldıkları özel yetkiyle Oslo’da teröristlerle yaptıkları pazarlığın ayrıntılarının tartışıldığı saatlerde, yine Hakkari’den kara haber geldi.
PKK’lı katiller; Yüksekova’nın Dağlıca bölgesindeki Yeşiltaş Karakolu’na düzenledikleri saldırıda sekiz evladımızı daha şehit ettiler.
Bu kahredici haber, bilgisayarlara düştüğünde; “devlet yetkilileri” tek tek açıklama yapmaya başladı.
En anlamlı (!) açıklama da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç‘tan geldi:
“Hem sayıca fazlaydılar ve silahları vardı.”
Bu sözler; devletin “silahlı terör”e yaklaşımını gösteriyor!
Neymiş; “üç beş çapulcu”, devletin koca ordusundan sayıca fazlaymış... Ayrıca silahları da varmış!
Bak bak bak...
Yani; ellerine çikolata-çiçek alıp gelmemişler de silahla gelmişler!
***
Sayın Arınç...
Önünüze her mikrofon uzatıldığında kendinizi konuşmak zorunda hissetmeniz, size zarar vermese bile (çünkü ne söylerseniz söyleyin, kazanan hep siz oluyorsunuz) devlete zarar veriyor...
Lütfen; birazcık susmasını da bilin!
*****
GÜNÜN SORUSU
Soru, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‘ndan:
Uludere’de 40 kaçakçıyı gören heronlar, Dağlıca’da 300 kişilik PKK’lı grubunu nasıl göremedi? Nerede o insansız hava araçları? İstihbarat verilmedi mi? Ellerini kollarını sallaya sallaya mı gittiler?
|