İletilerinizi bekliyorum...

gulerbugday113@gmail.com

Facebook

    (Güler Buğday)

Twitter

    twitter.com/gulerbugday

 

CHP, NEDEN İKTİDAR VE UMUT OLAMIYOR, 7 HAZİRAN VE 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI

25 Kasım 2015 Çarşamba, 16:29

Cumhuriyeti kuran parti, artık laik cumhuriyeti yıkanlara, tek adam diktasını dayatanlara ve korku imparatorluğu yaratanlara engel olamıyor!

Bursa Bamsz | letiim | zgemiim | Kitaplarm | Hakkmda Yazlanlar | Animasyonlu iirler

Ana Menü

» Ana Sayfa

» Haberler

» Yazılarım

» Yazarlar

» İletişim

» Künye

» Bize Yazın

» Bağlantılar

ATATÜRK Diyor Ki;

Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz.

HABER

Prof. Halil Berktay: Kanlı 1 Mayıs solcuların işiydi!

Prof. Halil Berktay: Kanlı 1 Mayıs solcuların işiydi!

03 Mayıs 2012 Perşembe, 07:47

Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner ise Berktay'ın iddiasına çok şaşırdığını söyledi

T24

Prof. Dr. Halil Berktay, 1977 yılında yaşanan kanlı olayların solun kendi iç hesaplaşması olduğunu iddia etti.

Habertürk televizyonunda yayınlanan Doğru Açı programına konuk olan Prof. Berktay, 1977′deki 'Kanlı 1 Mayıs'ın arkasında derin devlet yapılanmasının olmadığını söyledi. Prof. Berktay, sol içinde çeşitli fraksiyonlar bulunduğunu ve 1 Mayıs 1977′de sol içi bir çatışma olduğunu iddia etti. Bu fraksiyonlar içinde devlet için çalışan ajanlar olabileceğini belirten Halil Berktay, yine de sol gruplar içinde o günlerde şiddetli çatışmalar olduğunu ve 1977′nin bir iç hesaplaşma olduğunu öne sürdü. Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner ise, kalabalığa ateş açıldığını gördüğünü, Berktay'ın iddiasına şaşırdığını söyledi.

1 Mayıs 1977 yılında Taksim Meydanı’nda tam olarak ne olduğu yıllardır tartışılıyor. Genel inanış, bugün adı The Marmara olan otelin pencerelerinden ve Sular İdaresi’nin çatısından derin devletin keskin nişancılarının kitleye ateş açtığı ve insanların birbirini ezdiği yönünde. Sonuç; ortaya çıkan panikte üçü kurşunla diğerleriyse kaçarken ezilerek hayatını kaybeden 36 kişi. O gün Taksim Meydanı’nda yaşananlara çok yakından tanıklık eden tarihçi-yazar Halil Berktay’ın iddiasına göre, \'ortada ne kanlı bir derin devlet komplosu ne de etrafa gizlenmiş keskin nişancılar vardı, sol, kendi rezilliğinden bir mağduriyet efsanesi çıkardı.\'

Berktay'ın Taraf gazetesinden Ertan Altan'a verdiği söyleşi (2 Mayıs 2012) de şöyle:

- 1 Mayıs 1977’ye gelmeden önce solda nasıl bir hava hâkimdi?

Bugün kimsenin yüzleşmek istemediği derecede, bugünden geriye bakanların tasavvur edemeyeceği derecede bağnaz, fanatik, kendi grubunun ideolojik çizgisinden milimetrik de olsa sapan her görüşü düşman belleyen, emperyalizme, burjuvaziye, CIA’ye vb. hizmet olarak gören bir politik katılık söz konusuydu. Sol, her biri böyle düşünen ve davranan elli küsur fraksiyona bölünmüştü. Bu genel parçalanma ve fanatizm ortamında birkaçı diğerlerinden hayli daha büyüktü. Biri, o zaman tamamen Sovyet çizgisinde olan TKP’ydi. Dev-Yol’un tabanı belki daha büyüktü ama dağınıktı; buna karşılık TKP, DİSK ve diğer sendikalarda çok daha yoğun bir güce sahipti. Bu yüzden, soldaki en büyük güçtü demek yanlış olmaz. Onların tam karşısında ise, benim o zaman (ve 1980’lerin ikinci yarısına kadar) mensup olduğum Aydınlık hareketinin de içinde yer aldığı, genellikle Maocu diye nitelenen bir kamp vardı. Bu kamp da (bizim gibi) “ÇKP yanlıları” ve (Halkın Kurtuluşu ve Halkın Yolu gibi) “Arnavutluk yanlıları”nı içeriyordu. Biz görece küçük ve zayıftık. Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu veya TİKKO gibi gruplar ise sol içi çatışmaları fiziksel şiddete taşımak noktasında inatçı ve kalabalıktılar.

- Esas gerginlik konusu neydi?

Hemen hiç kimse barışçı ve demokratik değildi; hemen herkes dogmatikti; hemen herkes, sosyalizmin dünya çapındaki ideolojik parçalanmalarını Türkiye’ye taşımaya, bu çerçevede kendine bir yer ve konum bulmaya çalışıyordu; herkes daha şimdiden bir alanda, bir çerçevede, küçük bir çöplükte iktidar olmaya uğraşıyordu. 1976’da Taksim’de ilk ve çok kalabalık bir 1 Mayıs mitingi yapılmış; kutlama TKP’nin egemenliğindeki DİSK’in kontrolünde gerçekleşmişti. Tabii bu, bir yönüyle başka herkes için bir haset ve kıskançlık konusuydu; ayaklar altına alınıp üzerinde tepinilmesi gereken bir hedefti. Buna karşılık TKP için, korunması gereken bir kale, bir egemenlik simgesiydi. Bu yüzden, 1 Mayıs 1977’ye giderken rakip taraflar arasındaki gerginlik tırmanmıştı. TKP ve DİSK’in tavrı, başka hiçbir siyasi eğilimi kendi örgüt pankartı ve flamasıyla Taksim’e sokmama yönündeydi. “Goşist” ve özellikle de “Maocu bozkurt” dedikleri grupları sokmama konusunda kararlıydılar. Buna karşı özellikle Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve TİKKO gibi gruplar, “10 bin ölü versek bile gireceğiz ve Taksim Meydanı’nı revizyonistlere bırakmayacağız” diyorlardı.

- Sizin konumunuz neydi?

1 Mayıs 1977’ye bir iki hafta kala Aydınlık hareketi “inatlaşmayacağız; ayrı bir grup olarak, kendi ideo-politik kimliğimizin pankart ve sloganlarıyla değil, bulunduğumuz taban örgütleriyle birlikte alana gireceğiz” şeklinde bir karar aldı. Bu, işin çok sarpa sardığını sezmekten kaynaklanan bir taktik geri çekilişti. Ama o zamanki Aydınlık hareketini günahsız kılmaya yeter mi, çok şüpheliyim. Çünkü biz o zaman solun ideolojik düşmanlaşmasına zaten çok katkıda bulunmuştuk.

- Siz hangi kortejdeydiniz?

Sanırım Beşiktaş’tan bir sendikanın kortejine katılmıştım ve onunla miting alanına girdim. Beşiktaş’tan Taksim’e doğru yürüyordum. Kortej muazzam kalabalık nedeniyle çok yavaş ilerliyordu. Ancak öğleden sonra meydana girdik. Çok gergin bir ortam vardı. Adeta herkes birbirine bakıp nerede olay olacak diye bekliyordu.

- Sol gruplar birbirlerinden mi, devletten mi bir şey bekliyordu?

Bunu tartmak çok zor. İnsanlar bunu kafalarında net bir şekilde ayırıyor muydu, ondan da emin değilim. Ama pek çok kişinin, kazasız belasız bitse de buradan gitsek diye içinden geçirdiğini sanıyorum. Tabii, devletin ajanları sızmış olabilir. Önemli olan şu ki, solun izlediği politik çizgiler itibariyle onlara çok elverişli bir ortam vardı.

- Olaylar nasıl başladı?

Taksim Meydanı’nda Sular İdaresi’yle Gezi Parkı’nın merdivenleri arasındaki bir noktadaydım. Birden bire Sular İdaresi tarafından ardı ardına silah sesleri gelmeye başladı. Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, TİKKO gibi gruplar o taraftan meydana girmeye çalışıyorlardı. Herhalde DİSK barikatına tosladılar, çatışma başladı. Birileri silahlarını ya hedef gözeterek ya da havaya ateşlemeye başladı.

- Ne tarafa doğru ateş edildiğini görebildiniz mi?

Hayır, öyle belirli bir hedef falan olduğu kanısında da değilim. Meydandaki on binlerin üzerine direkt kurşun gelmedi (böyle bir kasıt ve girişim olsaydı, o tıklım tıklım kalabalıkta kurşunlanmış yüzlerce ölü, binlerce yaralı olurdu). Zaten Sular İdaresinin arkası, meydanı düz çizgi üzerinden direkt olarak görebilen bir yer değildi. Önemli olan şu; silah sesleri duyulduğu andan itibaren muazzam bir panik başladı. Zaten bu bekleniyordu. Yüz binlik kitle, başsız, hedefsiz, şuursuz bir sürüye dönüştü. Herkes Sular İdaresi tarafından mümkün olduğunca uzağa, Taksim Parkı’na ve meydandan aşağıya inen sokaklara bir sel gibi aktı. Ortaya çıkan kaosu size anlatamam. Herkes yere yatmıştı. Ben de yattım. Taksim Parkı’nın girişinde, kürsünün olduğu merdivenlere kadar olan 100-150 metrelik mesafeyi yerde, dizlerimin ve kollarımın üzerinde başımı yerden kaldırmadan sürünerek kat ettim.

- Ateş sürdü mü?

Hayır, öyle yoğun bir ateş yoktu. Üzerimden geçen kurşun vızıltısı yoktu. Ama herkeste, kalkarsak acaba üzerimize ateş açılır mı endişesi vardı. Sonunda kürsünün olduğu yere ulaştım. Orada 5-10 bin kişilik bir kalabalık yığılmıştı. Kalkmaya cesaret edip de merdivenlerden meydana baktığımda manzara şuydu: O görkemli gösteri, pankartlar, flamalar her şey gitmişti. Gezi Parkı’nın girişine yaklaşmaya çalışan bir kalabalık, meydanın dörtte birini belki kaplıyordu. Bir de meydandan aşağıya inen sokak, cadde ağızlarına yığılmış kalabalıklar görünüyordu.

- Polis neredeydi? Polisin beyaz Anadol marka araçlardan ateş açtığı söylenir hep.

Meydanda yer yer açılmış olan boşlukta panzerler, beyaz Anadol’lar dolaşıyordu. Ama hiçbirinden ateş açıldığını görmedim. Öyle sürekli bir silah sesi filan da yoktu. Kanımca polis araçları da ne yaptıklarını bilmiyorlardı. Adeta amaçsız bir şekilde geziniyorlardı. Bizler de, acı acı hatırlıyorum, kollarımız havada, “Kahrolsun faşizm” diye bağırıyorduk. Garip bir durumdu. Faşizm neredeydi, kimdi, nereden saldırıyordu? Yoktu böyle bir şey. Sürreel bir haldi. Ortada doğru dürüst polis bile yoktu zaten. Olan şuydu; ateş açılınca insanlar panik halinde koşmaya başladılar. Ölenlerin çok büyük bir kısmı panik içinde birbirlerini ezerek öldü. Kurşun yarasıyla ölenlere de o kurşunları kimin sıktığı hiç belli değildir.

- Peki, The Marmara Oteli’nin pencerelerinden, Sular İdaresi’nin çatısından ateş eden kesin nişancılar...

Bu tamamen palavra, bir şehir efsanesi. Öyle bir şey olsaydı, o kalabalıkta yüzler ölür, binler yaralanır, çeşitli fraksiyonların hele liderlerinden az kişi sağ kalırdı.

- Peki, bu palavraların kaynağı nedir?

Menkıbeler nasıl oluşur; insanlar kendi yaşamadıkları şeyleri vallahi de billahi de diyerek nasıl ballandıra ballandıra anlatmaya başlarlar, bunu mesleğim itibariyle çok iyi bilmek durumundayım. Önce bir şok ve sonra mazeret bulma, felaketi başkalarının sırtına atma çabası... Ben o zaman Teşvikiye taraflarında oturuyordum. O gece bize yakın belki on ev dolaştım, “anti-revizyonist” süper-solcuların kaldığı. Her yerde muazzam kederli bir sessizlik hüküm sürüyordu. “Yaptığınızı beğendiniz mi, ne oldu şimdi” diye sorduğumda herkes önüne bakıp susuyordu.

- O zaman herkes ne olduğunun farkındaydı..

Herkes farkındaydı. Devletin sola yapamayacağı bir şeyi sol kendi kendisine yapmış, ortaya bir fecaat çıkmıştı. Daha sonraki yıllar içinde bir sürü palavra atıldı. 35 yıl boyunca, davulcunun şahidi zurnacıdır misali, bu palavralar gerçek kabul edildi. O günlerde daha doğmamış olanlar geçip karşıma keskin nişancılardan bahsetmeye başladı. Sol, kendi yaptığı rezillikten bir mağduriyet efsanesi yarattı.

Ömer Laçiner: Çok şaşırdım

Aynı programa katılan Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner ise, bu sözlere çok şaşırdığını belirtti. Sular İdaresi binasından otomatik silahlarla ateş açıldığını gördüğünü söyleyen Laçiner, 1977 olaylarında devletin parmağı olduğunu söyledi.

Kaynak : t24.com

Yazarlar

AKP ‘darbeyi’ kapatacak

25 Ekim 2016 Salı, 12:14


AKP ‘suç ortağı' arıyor

Mustafa Ünal /ZAMAN

12 Haziran 2015 Cuma, 09:28


Koalisyona ‘derin devlet’ dokunması!

İhsan ÇARALAN /Evrensel

12 Haziran 2015 Cuma, 09:21


Cumhurbaşkanı azınlık hükümetini engelleyemez

Erhan BAŞYURT/BUGÜN

12 Haziran 2015 Cuma, 09:16


Ya Koalisyon ya Başkanlık...

Eren Erdem/YURT

12 Haziran 2015 Cuma, 08:58


Kırılma noktası!

Güngör Mengi/VATAN

12 Haziran 2015 Cuma, 08:45


AK Parti’yi Kürtler neden terk etti?

İbrahim Kiras/VATAN

12 Haziran 2015 Cuma, 08:42


Ali İsmail…

Bekir Coşkun - Sözcü

23 Ocak 2015 Cuma, 09:34


Bu memleketi çiftliğiniz mi sandınız?

Mehmet Kamış/ZAMAN

14 Ocak 2015 Çarşamba, 09:39


Charlie’ye saldırı Bursa’da protesto edildi

Can Ertan /HABER

14 Ocak 2015 Çarşamba, 08:57


Kobane'den Paris'e emperyalizm ve laiklik

Özgür Şen

14 Ocak 2015 Çarşamba, 08:17


AKP’nin IŞİD çıkmazı

Hüseyin ALİ/Özgür Gündem

14 Ocak 2015 Çarşamba, 08:10


Siyasi etik yasası çıkarılmalı

Serpil Çevikcan/Milliyet

12 Ocak 2015 Pazartesi, 09:37


MİT’in sicili

Gültekin AVCI/BUGÜN

12 Ocak 2015 Pazartesi, 09:17


İslamofobi ve provokasyon

İhsan ÇARALAN /Evrensel

12 Ocak 2015 Pazartesi, 09:11


Seçimi böyle kazandık: “VİCDANEN RAHATSIZIM”

Hüseyin Özay/Taraf

12 Ocak 2015 Pazartesi, 08:32


AKP’nin erkek aklı özgür kadından korkuyor

Zilar STÊRK/Özgür Gündem

12 Ocak 2015 Pazartesi, 08:25


Barışı, ancak özgürlükler besler

Hüda KAYA/Özgür Gündem

12 Ocak 2015 Pazartesi, 08:14


Bilim siyasetin elini öptüğünde...

Cüneyt Ülsever/YURT

11 Ocak 2015 Pazar, 10:19


Sabri Uzun da “cadı avı”na katıldı

Nazlı Ilıcak /BUGÜN

11 Ocak 2015 Pazar, 10:18

Son 20 Yazım

CHP, NEDEN İKTİDAR VE UMUT OLAMIYOR, 7 HAZİRAN VE 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI


AHMET İSVAN, CUMHURİYET ÇINARI VE EFSANE BAŞKAN


GERÇEK VE NAMUSLU SOLCULAR GÖREV YİNE SİZE DÜŞTÜ.


ÇARŞAFI ÇIKARDI, PEÇEYİ ATTI VE GÖZLERİNİ YUMDU!..


12 Eylül Faşizmi unutuldu mu?


Yıllar önce Yasin El Kadı'yı yazmış ve uyarmıştım:KEFİL OLANA KEFİL MİSİNİZ ?


Yıllar önce yazmışım \\\\\'ÇANKAYA SIRAT KÖPRÜSÜ!\\\\\'


Tüm Dostlara Teşekkür…


Erdoğan, haysiyet cellatlığı yapıyor: Bağırdıkça korkuttuğunu, hakaret ettikçe sindirdiğini sanıyor!


Gülen Cemaatinin ‘Altın Nesil’ hedefi:


Endişeliyiz, Kaygılıyız, Hatta Kırgın ve Öfkeliyiz, Ancak Çözümsüz ve Umutsuz Değiliz...


Ülkelerin ve Toplumların Uygarlığı Çocuklarına Yaptığı Yatırımla Anlaşılır.


Kardeşlik Kanla, Barış Sözle Olmaz...


Sayın Başbakan, ‘Marjinal’ değilim ama isyanlardayım


CHP Milletvekilleri Gezi’de Gökkuşağı çocuklarının yanında…


Çapulcu Halkın Okuduğu Şiir!


“İNSANLAR İHANETE TUTSAK” Diyerek Yeniden Merhaba…


Dost Okurlarımdan Kısa Bir Süre İzin İstiyorum.


Sadece İnsan Olmak!


Annemin de Başını Ezerler mi?

Takvim

Pt Sl Çr Pr Cm Ct Pz
1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30
info@bursabagimsiz.info.tr

Bursa Bağımsız adlı, www.bursabagimsiz.info.tr adresinde yayınlanan işbu web sitesi içerisinde yayınlanan yazınsal ve görsel içeriğin her hakkı saklıdır.

Site içerisinde Güler Buğday dışında yazınsal ve görsel içeriği yayınlanan konuk yayıncıların eserlerinin her türlü hukuksal sorumluluğu konuk yayıncıya aittir. Güler Buğday işbu içerikten ötürü sorumlu tutulamaz.

Copyright © 2025 Bursa Bağımsız