Nota Bene Yayınları’ndan ‘Kürt Sorunu ve Demokratik Özerklik’ başlıklı bir kitap yayımlayan, gazeteci, araştırmacı, iktisatçı ve yazar Mustafa Sönmez’le söyleşimizin ikinci kısmına, Kürt hareketinin ekonomi politiğini mercek altına alarak devam ediyoruz
- İsterseniz demokratik özerklikten bir başka şeye geçelim. Kürt hareketinin ekonomi politiğini konuşalım. Bilindiği gibi Kürt ulusal kurtuluş hareketi başlangıçta yoksul köylü hareketi olarak ortaya çıkmıştı. Kitapta diyorsunuz ki Kürt hareketinin toplumsal tabanı bu süreç içinde proleterleşti. Köylü hareketi olmaktan çıkıp işçi hareketi olmaya geçti, taban açısından. Taban açısından bu değişim harekete yansıdı mı, ya da nasıl yansıdı?
Şimdi tabii özellikle Kürt coğrafyası, Türkiye’nin dünya kapitalizmine geç eklenmiş bir coğrafya, demografisi de öyle. Kitapta özellikle cumhuriyet döneminden başlatarak orada daha çok devlet kapitalizmiyle yukarıdan aşağıya süreç nasıl ilerledi, onu anlatmaya çalıştım. Ama oradaki esas tezlerden birisi de, şimdilerde çok geçerli değil ama 80 öncesinde Kürt sosyalist hareketi ayrı örgütlenmenin gerekçesi olarak Kürdistan’ın , Kürdistan Devleti’nin, Türkiye kapitalizminin sömürgesi olduğu teziyle hareket ederlerdi, ve oradan hareketle de ayrı örgütlenmeyi savunurlardı. Biz de o dönemlerde Türkiye bir yeni sömürge, yani bir sömürgenin sömürgesi olmaz derdik. Dolayısıyla bu bölgenin ekonomi politiğini analiz etmek gerekiyor. Kitabın bir bölümünde 1990’da yaptığım çalışmanın Diyarbakır Belediye Başkanı ve diğer Güney Doğu Anadolu belediye başkanlarının talepleri üzerine yenilediğim bir araştırma var. O çalışmalar şunu gösteriyor: Savaşın ve neo-liberalizmin Türkiye tarımına, hayvancılığına vurduğu bütün darbelerden sonra kırlar ciddi anlamda boşaldı. Kırlarda tutunmak hem can güvenliği açısından hem de geçim açısından zorlaştı. Böyle olunca kırlar kentlere doğru göç etmeye başladı. O zaman henüz batıda linç kültürü de bu ölçüde genişlememişti. O dönemde Batı’ya, İstanbul’a, Çukurova’ya, ya da turizm havzalarına vasıfsız iş gücü olarak göçtüler. Kimi geçici göçmen olarak süreçte yer aldı, kimisi çoluk çocuğunu toplayarak göçtü, ama kırlar boşalmaya başladı. Bunu göze alamayanlar da şu ya da bu nedenlerle bölgenin merkez kentlerine toplanmaya başladılar. Diyarbakır merkez ilçe olağanüstü göç aldı ve büyüdü. Batman, Van ve diğer Güneydoğu Anadolu şehirlerinde de bunu görüyoruz. Ama bu göçenler de buralarda hemen iş bulamadılar. Sınıfsal yapıyı analiz ettiğinizde çoğu vasıfsız işçi, inşaat işlerinde veya kayıt dışı ticaret işlerinde geçimlerini sağlamaya çalışan bir kitle. Bir işçileşme oldu, tabii ki bir proleterleşme de oldu. Tam klasik sanayi işçisi şeklinde olmasa da dediğim gibi inşaat, inşaat malzemesi üreten sektörler buralarda bir işçileşme oldu. Ama esas olarak Batı illerinde çoğu vasıfsız bir Kürt işçi kitlesi görebiliyoruz.
- Doğu’daki büyük illerde daha çok hani Marx’ın lümpen proletarya kavramı içerisine alabileceğimiz bir sınıfsal yapı var gibi. Böyle mi?
Tamamen öyle. Bir kere genç bir nüfus var. Okulda değil, işte değil, ortada. Böyle bir nüfus var. Yani istatistiklere giren kayıtlı istihdamın bir kısmının oraya tayin edilmiş memur kitlesi olduğunu görüyoruz. Böyle bir kitle var. Ama oradaki esas olarak iş gücünün önemli bir kısmının yine kendi için çalışan küçük esnaflar olduğunu görüyoruz. Bu anlamda, bölgenin çok önemli bir istihdam ve işgücü meselesi var. Zaten orada bu durum zorluyor oradaki kentleri, kent yönetimlerini, yerel yönetimleri…
-O genç kesim Kürt hareketinin en militan kitlesini oluşturuyor.
E haliyle tabi. Kürt hareketi başlangıçta esas olarak buradan kadrolarını derledi. İnsanlar hem Kürt olmanın mağduriyetini yaşarken hem de bir türlü ne eğitim ne iş, böyle bir destek görmeyince, kendilerini her şeyden yoksun buldular. Bunun da bir politik mücadeleyle çözüme kavuşturulabileceği fikrini tabi ki savunur hale geldiler.
- Bir şey soracağım. Kürt hareketi derken aslında temel unsur olarak PKK’yi kast ediyoruz elbette… PKK, Kürdistan İşçi Partisi olarak Marksist-Leninist bir parti olarak kuruldu. Süreç içinde, önce milliyetçi diyebileceğimiz, daha sonra da, özellikle bu İmralı sürecinde de, yenileşme çabası içinde Anarşizan diyebileceğimiz bir çizgiye doğru evrildi. Burada aslında tabanın sosyolojisiyle , hareketin üst yapısındaki gelişme arasında bir çelişki göze çarpmıyor mu? Kürdistan’da bir proletaryadan neredeyse hiç bahsedemeyeceğimiz bir dönemde PKK’nin çizgisi Marksizm-Leninizm yani proletaryanın ideolojisi. Oysa şimdi o zamana göre çok daha fazla proleterleşme var Kürt halkında. PKK ise proletaryanın ideolojisini terk etti. Tabanın sosyolojik değişimiyle, hareketin üstyapısının ideolojik yönelimi arasında ciddi bir açı farkı var. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?
Olabilir ama unutmayalım ki 1970’lerin Türkiye’siyle, bugünün Türkiye’si arasında da büyük farklılık var. Çok az politik hareket , başta kendisinin tayin ettiği düşünsel omurgayla duruyor. Bu biraz pragmatizmden biraz da ideolojilerin sorgulanmasından. Galiba Kürt hareketinde pragmatizm çok ağır basıyor. PKK veya Kürdistan İşçi Partisi, ilk yıllarında tamamen toprak ağalarına karşı, yoksul köylülerin yanında yer alan bir hareketti. Zaman içindeyse Kürt milliyetçiliği daha fazla ön plana geçti. Sınıfsallık arka plana atıldı. Bugün itibariyle de Batı’da aslında sorunun sınıfsal kimyasına dair bir dil hakim. Öte yandan hareketin ideolojisinde ciddi bir muğlaklık var. Bazen tamamen liberal bir hareket olarak görebiliyorsunuz, özelleştirmeye hayırhah bir tutum, Neoliberalizme çok karşı çıkmayan, Avrupa Birliği değerlerini kendi pratik hedeflerine uygun olduğu sürece savunan. Böyle bir şey var. Ama bu dediğim gibi, hem hareketin, karşı karşıya bulunduğu pratik sorunları aşmada benimsediği pragmatizmden kaynaklanıyor. Hem de bu ikili yapıdan, iki coğrafyanın farklı sınıfsal kimyasından kaynaklanıyor. Çünkü Kürt illerinde çok fazla işçi sınıfına dayanabilecek bir şey yok, zemin yok. Kürt burjuvazisini dışlayacak, ya da burjuva adaylarını dışlayacak bir yapı yok. Orada sınıfsal olmak yerine daha ulusal olmayı sonuçları açısından daha geçerli bir yöntem olarak benimsiyor Kürt hareketi. Ancak Batı’da taban olarak Kürtler daha çok işçileşmiş ya da yarı işçileşmiş kesimlerden oluşuyor. Ayrıca kendisiyle burada müttefik kurabilecek kesimler de sosyalistler. Dolayısıyla burada daha sosyalizan bir dili konuşuyor. Bilmiyorum, belki bir süre de böyle gitmek zorunda kalacak. Ama bu tamamen Kürt siyasi hareketinin iç ideolojik meselesi.
SOSYALİSTLER KÜRT HAREKETİNİ ANLAYAMADI
- 90larda başlayan büyük Kürt göçü sonrasında Batı’da ciddi bir Kürt proletarya nüfusunun biriktiğini, ancak sosyalist solun bu kesimi örgütlemekte etkisiz kaldığı tespitini yapıyorsunuz kitapta. Bu bağlamda sosyalistlerin, Kürt hareketini kimlik siyaseti yapmakla eleştirdiğini ve bunun vakit kaybettirdiğini belirtiyorsunuz. Ancak şimdi de tam tersi yaşanıyor sanki Türkiye sosyalist hareketinde. Türkiye sosyalist hareketinin önemli bir kısmı merkezi görevi Kürt hareketiyle dayanışmak olarak saptıyor. Hatta sınıf vurgusu yapan kimlikten çok sınıfı öne çıkarmaya çalışanlara ironik biçimde hemen ulusalcılık damgası vurulabiliyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence Kürt siyasi hareketiyle sosyalist Türkler çok önceden ortak bir hat üzerinde buluşabilirlerdi. Ama böyle bir olumluluk yerine olumsuzluklar ön plana çıktı. Kürtlerin özellikle kendi bulundukları coğrafyada tutturdukları ulusalcı dil, sosyalistlerin onların yaralarına, acılarına uzaklaşmasalar bile hareketten biraz mesafeli durmalarına yol açtı. Kürt hareketini daha ulusalcı ve dolayısıyla sosyalizme çok uymayan bir gelişme olarak görüp mesafeli durdular. Tabii ki Kürt siyasi hareketi beslendiği ve büyüdüğü yerdeki duruşunu tutumunu ön plana aldı. Ama bence sosyalistler, Kürt özgürlük hareketinin, bir sınıf hareketinin farklı bir döneme ait bir biçimi olduğunu anlayabilirdi. “Bu bir kimlik hareketidir, sınıf hareketine yabancıdır” gibi bir değerlendirme yerine, bunun yoksul köylülerin, yoksul işçilerin ağırlıkta olduğunu bir hareket olduğunu fark edip buna göre tavır belirleyebilirlerdi. Keşke olan biteni daha iyi anlayan ve bütünleşebilen bir sosyalist siyasi hareket bulabilseydik. Bu olmadı. Bu anlamda bir sinerji kaybı söz konusu. Ama bu hiç olmazsa bu noktadan sonra işleyebilir. Hem kimlik mücadelesi hem sınıfsal mücadele bir arada yürütülebilir. Buna bence Türk sosyalist hareketinin ihtiyacı da var çünkü Türk sosyalist hareketi 1970’lerden çok uzakta... Özellikle dayanabileceği, beslenebileceği sınıf hareketleri, sendikal hareketler son derece budanmış, kısırlaşmış vaziyette. Sosyalist harekete daha üretken, daha mücadeleci bir sınıf desteği ve tabanı gerekiyor. Bunu Batı’ya göçmüş Kürt proletaryasında bulabilir, o anlamda da bu mücadeleyi ortaklaştırabilir.
- O noktada Kürt hareketinin kendi bölgesinde kurduğu bazı ittifaklar da olumsuz bir rol oynuyor zaman zaman… Mesela Şerafettin Elçi’yle, Altan Tan’le yapılan ittifaklar gibi…
E bu da tamamen coğrafyalarla ilgili. Kürt siyasi hareketi, o bölgede en azından yerel yönetimleri alırken, seçim barajlarını aşarak parlamentoda temsil edilmeyi isterken böyle ittifaklar kuruyor. Kaldı ki bir gün sosyalist hareket, Batı’da güçlendiğinde bu tür taktik ve ittifaklara gitmeyecek midir? Bence taktik olanı stratejik olandan ayırt etmek lazım.
-Geçenlerde Altan Tan, Meclis kürsüsünden tam sözcükleriyle hatırlayamasam da mealen şöyle bir konuşma yaptı: “Kemalist hareket daha Kurtuluş Savaşı’nın başından itibaren emperyalizmle uzlaşmıştır. Kemalist diktatörlüğün tavrı hep budur; kendisi emperyalizmle işbirliği yapar ama muhaliflerini emperyalizmin ajanı olmakla suçlar. Bu hâlâ sürüyor” vs. şeklinde... Ne düşünüyorsunuz bu açıklama hakkında?
Valla işte bu blok hareketinin bir koalisyon olduğunu unutmamak lazım. Bu koalisyon hareketinde de herhalde sadece pür sosyalistler yok. Burjuva demokrat diye niteleyebileceğimiz unsurlar da var içinde. Bir şekilde Şerafettin Elçi gibi… Altan Tan daha İslami bir Kürt profiline uygun. Bu anlamda bir cephe, bir araya gelmişler. Burada pür sosyalizm aramak gereksiz bence. Bir gerçeğin farkında olmak lazım. Bundan dolayı ciddi ayrışmalara gerek yok.
KCK OPERASYONUNUN NEDENİ KÜRT HAREKETİNİN SEÇİM BAŞARILARI
- KCK operasyonuyla ilgili bir iki soru sormak istiyorum. Kitapta diyorsunuz ki, Hüseyin Gülerce’nin Zaman’da yazdığı bir yazı KCK operasyonlarının hız kazanmasının, politik operasyonların işaret fişeği oldu. Operasyonlarda cemaatin rolü biliniyor. Şu günlerde de süren bir tartışma var ortada. Cemaatin operasyonlara bu kadar hız vermesinin Tayyip Erdoğan tarafından benimsenmediği, AKP ve cemaat arasındaki çatlakta bunun da rolü olduğu konuşuluyor. Ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında? KCK operasyonları bu çatlağın nedenlerinden biri midir?
Şunun farkında olmak lazım; Kürt hareketi, özellikle 2000li yıllarda çok ciddi bir kent hareketi olmaya başladı… Bir Güneydoğu kent hareketi… Belki kırlarda kalsalardı böyle olmayabilirdi. Ancak kentlere gelişle çok akıllı bir şekilde çok hızlı bir politize oldular. Yerel yönetimlerde iktidara geldiler. Onun devamında o oylarla birlikte, parlamentoda daha geniş temsil edilme… Şimdi bundan AKP-cemaat koalisyonu ürktü. KCK çok daha eskiye dayanıyor aslında ama KCK'yi kriminal bir vaka ilan ederek üzerine gitmeleri tamamen alınan bu seçim sonuçlarıyla ilgili. Kürtlerin bu kadar güçlenmesine göz yumamadılar. O yüzden bu sinyal verildi. Bir ‘Balyoz’ veya ‘Ergenekon’ gibi bir torba açıp bir de KCK adı altında o cepheden yıldırmaya girmek, her türlü müzakere ve konuşmayı askıya alıp bu yıldırma aracını kullanmak kararı verildi. Burada tabii ki cemaat, birçok şeyde olduğu gibi AKP giysisinin içinde bu faaliyetlerini sürdürüyor. Hedefi var, ve bu hedefe AKP elbisesi içerisinde ilerliyor. AKP sonuç olarak burada bir siyasi bedel ödemek durumunda, seçmen gözünde. Dolayısıyla birebir frekansı tutmayabilir. AKP şu hesap içinde olabilir: Mümkün olduğu kadar bileklerini bükeyim, güçlerini azaltayım, ondan sonra masaya oturup pazarlık şanslarını azaltayım. Yani böyle bir taktik içinde olabilir. Sonra masaya gelecek, öyle ya da böyle, ama cemaat tamamen ezip bölgede daha dini bir şeyle, ümmetçiliği Kürtler arasında yayarak yok edebileceğini sanıyor. Yani o anlamda aşırı bir güvenleri ve beklentileri var. Ama AKP biraz daha gerçekçi, biraz daha çözüme yatkın. Çünkü bunu çözemediği takdirde, müzakere olmadığı takdirde savaşa dönüyor ve kış şartlarından dolayı namlular patlamıyorsa da baharla beraber patlayacaktır. İstenmeyen bir yığın sonucu olacak bunun… Bunun bir siyasi faturası da olacak tabii ve bunu Tayyip Erdoğan ödeyecek. O anlamda evet, Cemaat ve Erdoğan arasında böyle bir çelişki var.
MİT KAVGASINDA PKK BAHANE EDİLDİ
-Peki, bu bağlamda MİT-PKK görüşmelerinin sızması vesaire, oradan çıkan tartışmalarda da Kürt sorununa bu yaklaşım farklılığının rolü olmuş olabilir mi?
Ben orada Kürt meselesinin bahane yapıldığını düşünüyorum. O daha farklı düzeylerdeki bir hesaplaşma ya da paylaşım kavgası çekmecelerde tutulan, içinde Kürt dosyasının da olduğu, dosyayı çıkararak yapılmaya çalışıldı. Başta da söyledim, çünkü Kürt meselesi hakikaten aşil topuğudur. Birisine çatmak istiyorsan bu meseleyi kullanabilirsin. Orada da MİT’in yaptığı müzakereler üzerinden vatan hainliği gibi bir suçlamayla MİT’e ve hatta belki oradan Tayyip Erdoğan’a kadar uzanabilen bir hamle niyeti vardı, şimdilik önlendi. Kürt meselesi bahanelerden biri. Bence bunun altında çok farklı şeyler var. Amerika’nın Türkiye’den beklentileri konusunda cemaatin hassasiyetiyle Tayyip Erdoğan’ın hassasiyetleri arasındaki fark… Suriye, İran meselelerinde duruşlar ve politika farklılıkları da rol oynuyor. Ayrıca iktidarın nimetlerinin paylaşımı kavgası da var. Bunlar kendilerinin de çok açıkça ifade ettikleri bilgiler. Sonuçta bu bir koalisyon ve cemaat sözcüleri, “Bir koalisyondayız ama siz cumhurbaşkanlığını da kendinize alacaksınız, başbakanlığı da vesaireyi de. Bize çok bir şey bırakmadınız” diyor. Bu bir paylaşım kavgası. Üstü örtüldü gibi ama, her an yine patlayabilir.
İRAN’A YAKIN DURDUKLARI İÇİN KÜRTLER ABD’NİN HEDEFİNDE
-Son olarak şunu sormak istiyorum. ABD’nin Kürt meselesindeki tavrı şu anda ne durumda sizce? ABD temelde Kürt sorununun müzakereyle çözülmesini istiyor gibi bir izlenim veriyordu yakın zamana dek ama cemaatin şu KCK operasyonlarındaki tavrından anlaşılan sanki ABD PKK’yi hedef tahtasına koyuyor gibi…
Valla ABD için Orta Doğu politikasında kimler kendisinden yana tavır alıyor, kimler düşmanı olarak belirlediklerinden yana tavır alıyor, bu önemlidir. Ona göre bir duruş sergiler. Bu anlamda ne olup bitmektedir?
- Suriye’deki Kürt hareketinde buradaki BDP çizgisindeki Kürtlerin ciddi bir ağırlığı var. PKK oralarda da çok önemli bir aktör. Onun için ABD’nin PKK’ye karşı tavrında sanki PKK’nin Suriye’de izleyeceği çizgi etkili olacakmış gibi geliyor.
Bana öyle geliyor ki, İran’a yakın durdukları sürecek Kürtler hedef tahtasına alınacak bir öznedir. Ama oradan uzak dururlarsa, hatta ABD’yle uzlaşan bir çizgiye gelirlerse, o zaman müttefik ve dost olabilirler. Amerika’nın tekil bir Kürt politikası yok. Genel Orta Doğu politikalarının içerisinde Kürt tutum ve davranışların göre tavır alıyor. Dolayısıyla burada havuç ve sopa geçerli olabilir. Yani yanına çekmek havuçlar gösterebilir, ama uzağa giderse de tepelemeye kalkabilir. Buradan bakmak lazım.
Kürt sorununu demokratik özerklik çözer
|