Annesi benim yanıma verdiğinde 19 yaşında bir kızdı...
Ankara TRT Yönetim Kurulu odasının uzun masasında çalışırdık...
O zamanki Genel Müdür Tayfun Akgüner’den rica etmiştim “Hocam bize büyükçe bir oda verin de etraftan izole çalışalım” diye...
O da başka bir oda bulamadığından kullanılmayan koskoca TRT Yönetim Kurulu odasını bize tahsis etmişti...
Sabahlara kadar çalışırdık sekiz on kişilik Ateş Hattı ekibi...
Şafak’ı annesi Ayşe Önal bana göndermişti, gazeteci olsun diye...
Ben Nokta’da köşe yazarken Ayşe Genel Yayın Yönetmeni’ydi...
Kızını da benim yanıma televizyoncu yapayım diye göndermişti...
***
Gazetecilik her zaman, birbirini ihbar etme, birbirinin kuyusunu kazma, gammazlama mesleği değildir...
Bazen de kuşaktan kuşağa geçen dostluklar, sevgiler, arkadaşlıklar vardır bu meslekte...
Çalışkan, güzel, parlak bir genç kızdı Şafak...
Arkadaşımın kızı olduğundan, fazla üzerine düşerdim...
İsviçreli bir sevgilisi vardı...
Aşıktı ona...
Bir süre sonra tutturdu “Onunla İsviçre’ye gideceğim” diye...
“Kızım seni televizyoncu yapacağım... Orada adamın peşinde hamburgercide mi çalışacaksın?.. Kal burada...” diyorum, beni dinlemiyor bile...
Aşık kız; akıl havalarda...
***
Dinlemedi, gitti...
Bir süre sonra o talihsiz tren kazası başına geldi...
Ölümden döndü...
Protez bacakla ve kolla hayata geri döndü...
Yüzlerce insan yanımda çalıştı...
Hepsi televizyonların, gazetelerin bir numaraları, iki numaraları oldular...
En iyi spikerler bizim haber merkezinden çıktılar...
Ancak bütün bunların içinde “en büyük uluslararası başarıya” imza atanı, “Bir türlü tam televizyoncu yapamadığım Şafak Pavey oldu...”
İsviçre’de kendisini engelli yapan o talihsiz tren kazasından bir mucize çıkardı Şafak...
Önceki gün Dünya Kadınlar Günü ödülünü ABD Başkanı Obama’nın eşi Michelle Obama’yla, eski Başkan Clinton’un eşi ve halihazırdaki Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un elinden “dünyanın en cesur kadını” olarak aldı Şafak...
Yüreğinin peşinden giden bir genç kız, ölümden dönülen bir kaza, engelli bir hayat ve dünyanın en cesur 10 kadınından biri haline gelen bir mucize...
***
Hayat yüreğinizin peşinden gidebilmek, kalbinizdeki sevgiyi kendinize pusula yapmaktır...
“Televizyonculuğu bırakıp, İsviçre’de hamburgercide mi çalışacaksın” dediğim Şafak, dünyanın en cesur 10 kadınından biri ve Türkiye’nin medar-ı iftiharı bir milletvekili...
Bu mucize ve bu gurur bana yeter...
*****
BAKKALIN KIZI...
Abdullah Gül’ün DVD’sini aldırarak Köşk’te ilk seyredenlerden biri olduğunu söylemişlerdi Demir Leydi filmini...
İngiltere’nin ilk kadın başbakanı olan olan Demir Leydi Margaret Thatcher’ın hayatını izlerken, Abdullah Gül ne düşündü bilmiyorum, fakat ben o filmin yapımcısı ya da yönetmeni olsam Demir Leydi (Iron Lady) yerine, o filme “Bakkalın Kızı” ismini (The Grocer’s Daughter) koyardım...
Ekonomik krizin ülkeyi yakıp yıktığı günlerde, aldığı kararlara bakanları karşı çıkarlarken, Thatcher’ı sektörlerin yaşadığı ekonomik krizden bihaber olmakla suçlarlar...
O da sokağa ne kadar hakim olduğunu gösterebilmek için, ekmek fiyatını bilmeyen bakanlarına, markette satılan değişik ekmeklerin fiyatlarını söylemeye başlar...
O bunu yapınca kendi kabinesinden bir bakan yanındaki meslektaşına “Ekmek fiyatlarını biliyor tabii... Ne de olsa Bakkalın Kızı” diye ironi yapar...
***
“Bakkalın Kızı” olduğu içindir önüne çekilen setler Thatcher’ın...
Kocası; ona evlenme teklifini Margaret’ın politikadaki makus talihini yıkmak için yapar...
“Bakkal’ın Kızı olarak değil, bir işadamının karısı olarak politikada daha hızlı yükselirsin...” diyerek, evlenme teklif eder...
Onun koordinatlarını belirleyen kişi, bakkal diye küçümsedikleri babasıdır...
Onu Demir Leydi yapan şaşmaz koordinatlar, baba tarafından kızına verilmiştir...
Dün öğleden sonra Meryl Streep’e geçen ay kariyerinin 3. Oscar’ını kazandıran Demir Leydi’yi seyrettim...
Büyük kahramanlıklar, fedakarlıklar ve fırtınalarla dolu mücadelelerden geçen “Demir Leydi bir kadın”ın, politika uğruna evini terk ederken, annelerine kalması için yalvaran iki çocuğunu anlatan sahne yürek burkuyordu...
Debriyajdan kalkıp, gaza basan o iki ayak, Demir Leydi’nin hayatını bütünüyle değiştiren makasın bizzat kendisiydi...
***
Geçmişte, “topluma adanmış hayatların, aileye, özel hayata yansıyan trajedilerinden”, acıyla karışık mazoşist bir keyif alırdım...
“Topluma adanmış bir hayat... Bedelleriyle işte budur...” derdim...
Ailevi başarısızlıklar, yalnızlıklar, sevgisiz kalmış yarım hayatlar, toplumsal ve mesleki adanmışlıkların doğal ve zaruri bir sonucu gibi gelirdi bana sanki...
21. yüzyıl, insanın hayattaki mucizevi başarısının, Falkland Adaları’nı Arjantin’e vermeme başarısını gösteren Thatcher olmaktan ibaret kalmadığını gösterdi hepimize...
Thatcher’ın yaşlılık ve yalnızlık görüntüleri, bir tarihi şahsiyetin fırtınalarla dolu siyasi hayatının, finalinin ne kadar “yalnız, hasta ve tek başına” kalabileceğini gösteriyor...
Usta bir yönetmenin elinden, çok “insani” açıdan işlenmiş bir siyasi biyografi, Demir Leydi...
*****
ŞENAY DÜDEK KÜTÜPHANELERİ...
Bugün İzmir Alsancak Aliçetinkaya Bulvarı No 4-401’de 35 yıllık gazeteci arkadaşım Şenay Düdek kütüphanelerinden ilki açılıyor...
Yıllarca gazeteciliğin dibine vuran, en büyük haberlere imza atan Şenay Düdek kardeşim, iki yıldır bütün birikimiyle İzmir’de sosyal projeler yapıyor ve insanlara hizmet ediyor...
Şimdi de Şenay Düdek Kütüphaneleri isimli bir projeyi yürürlüğe soktu...
Bütün Türkiye’de çocuklar için Şenay Düdek Kütüphaneleri inşa etmeye çalışıyor...
Elinizdeki kitaplardan birkaçını İzmir Alsancak’taki adrese gönderirseniz, bugün açılışı yapılacak ilk kütüphaneye bir gönül desteği verirsiniz...
*****
GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ
BEBEKKEN MÜKEMMELDİK... SONRA ANNE BABALARIMIZIN KORKULARI BİZİ ESİR ALDI...
“Bebekken mükemmeldik...
Dünyayı yaratan güçle hâlâ bağlantı halindeydik...
Fakat büyüdükçe, çevremizi saran, dünyanın korkularını almaya başladık...
Anne babamızın bizi sevmesini, bize hayran olmasını istedik...
Bu nedenle onları örnek aldık ve onlara daha fazla benzemek için, korkularını, sınırlı inançlarını, yanlış varsayımlarını kendimize mal ettik...
Bütün bunlar sırf sevgilerini istediğimiz için oldu...
Şu an olduğunuz kişi siz değilsiniz...
Bu dünyada bulunmanın sonucu var olan herhangi birisiniz...
Dünyadan devraldığınız çevrenizdeki tüm korkulardan kurtulmak için geriye dönüp tüm korkularınızın kaynağına inmelisiniz...
Ancak o zaman ruhunuzdan söküp atana kadar onların üzerinde çalışabilirsiniz...
Robin Sharma...”
***
Bugün Cumartesi...
Mutluluğa giden derin felsefi yönelimlerin “en ağır ve iddialı tekstlerinden birini” verdim size bugün...
Hayatınızda korkularınızdan kurtulabilmek, sizi sınırlayan davranış modellerinden uzaklaşabilmek için, kendinizi çöze çöze çocukluğunuza kadar gitmeyi deneyeceksiniz...
Her çözdüğünüz davranış kalıbı ve korku, size bir sonraki çözüm için doping olacaktır...
Korkularınızdan ve sınırlamalarınızdan kurtulduğunuzda, sizi yaratan güce ve evrene daha çok yaklaştığınızı fark edeceksiniz...
Bugün Robin Sharma’nın söylediklerini iyice bir düşünün...
Sonra kendi ruhunuza doğru dingin bir yolculuğa çıkın...
Çocukluğunuzu, hayallerinizi, yapmak istediklerinizi ve mutluluklarınızı gözünüzün önüne getirin...
O küçük mutlulukları yeniden keşfedin...
Küçük mutluluklar size, tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük mutluluklar olarak dönecekler...
|