Konuşman yasak. Soru sorman yasak. Hak araman yasak. Onu geçtim hakkını araman yasak. Duyurmak istersin sesini, duyuramazsın. Veya duyurdun, ama her sabah korku ile
uyanırsın “acaba bugün mü” diye. Sesini duyurmak istersin gerçek demokrasi ve hukuk sisteminin olduğu başka milletlere, o zamanda sen ülkene dışarıdan düşman edinen vatandaş durumuna düşersin.
Senle aynı işi yapanlardan destek beklersin.
Ama ağza alınmayacak laflar ile meslektaşından hakaret duyarsın, seni elinden tutup senin yanında dimdik duracağına.
Bazen hak etmediğin eleştirilerle, seni linç etme çabalarıyla karşı karşıya kalırsın.
Tıpkı Ece Temelkuran gibi.
Cihangir’de bir yerde buluştuk kendisiyle.
Ben sordum; o da kimi zaman
sinirli, kimi zamanda hayal kırıklığı içinde ama yine de gülüşünü eksik etmeden hala daha bir şeyler yapılabileceği umuduyla cevapladı.
Yeni kitabınız çıktı,adı \'Kayda Geçsin\'. Niye \'Kayda Geçsin\'?
Bu zamanın çok kaygan bir zaman olduğunu düşünüyorum.
Bana ait olmayan birçok sözle itham edildiğim için, benim sözlerimin de kayda geçmesini istiyorum.
Çünkü hakkımızda
çarşıya salınan her türlü laf kayda geçiyor ama, gel gör ki biz yazılı basında yazmış olmamıza rağmen yazdığımız şeyler kayda pek geçmiyor.
O yüzden \'Kayda Geçsin\' demek istedim.
Benim bir \'siyasi çalkantı\' içinde nasıl durduğum kayda geçsin istedim.
Gazeteciler arasında destek var mı sizce?
“TEHLİKE OLARAK GÖRÜLEN GAZETECİLERE, İKTİDAR TARAFINDAN SALDIRI VAR”
Yeterli değil. Şu son dönemde çok gazeteci dostumdan ve ciddiye aldığım insanlardan çok destek gördüm. Ama gazeteciler arasında ki kavgalar o kadar çirkin ve süfli ki onları aşıp, gerçek bir dayanışma olması çok çok zor. Yani önemli olan ben değilim, cezaevinde ki arkadaşlarımız için bile bu dayanışma gösterilmiyor ki artık o ahlak sınırlarının gerçekten çok zorlandığı bir yer. İçerideki, cezaevindeki bir gazeteci arkadaşımız için o da şöyleydi, o da böyleydi diye konuşup, onlar zaten cevap veremezken bile bu kadar çok şey söyleniyorsa
benim işten atıldıktan sonra, daha doğrusu işsiz kaldıktan sonra diyelim, hakkımda yaratılan tevatür çok şaşırtıcı değil. Ama hepsini aynı şekilde değerlendirmek lazım. Yani bu gazetecilerin politik araçlar haline dönüşmesinin bir sonucu diye düşünüyorum. İktidar
tarafından desteklenen gazetecilerin, iktidarın tehlike olarak gördüğü gazetecilerin üzerine saldırtılması ve kendine gazeteci diyen arkadaşlarımızın bu saldırıda can siperane bir şekilde, gayretkeş bir şekilde yer almaları çok utan verici.
Size yönelik gelen çok ağır eleştiriler var. Taraf Gazetesi’nden Alper Görmüş’ün sizin yazınızı okuduktan sonra ki algısı çok enteresan “Dink’in AKP tarafından sindirilen gazetecilerin biri olduğu ve hatta AKP tarafından öldürüldüğü” gibi bir algı oluşmuş kendisinde. Keza, Yeni Akit Ankara Temsilcisi Yener Dönmez’de size karşı bir ithamda bulunmuş “Ece’nin unutturmaya çalıştığı bir geçmişi var. Varlığını Avrupa-ABD-İsrail kamuoyunu Türkiye’ye ve hükümete düşmanlığa adamış durumda. Bilenmişliği ve kini öyle bir boyutta ki, kendisini Taksim meydanında yakabilir.” Ne düşünüyorsunuz
bunlar ile ilgili?
“BAZI GAZETECİLER DÜŞTÜKLERİ YERİ GÖZDEN GEÇİRMELİ”
Birincisi Yener Dönmez’in yazısı komik. Başka bir şey söylenemez ona. Benim öyle unutturmaya çalıştığım bir geçmişim filan yok, yazılarım ortada. İkincisi, Alper’in de durumu ne kadar zorlamaya çalıştığının farkındayım. Benim yazımdan o anlamları çıkartmak için “yapısöküm”ü gibi çok havalı kelimeler,kavramlar kullanarak ne kadar büyük bir zorlama içinde olduğunun farkındayım. Bu çabaları, kendisinin de çok saygı duyduğu insanlar
tarafından, saygı duyduğunu zannettiği insanlar tarafından son derece ayıp olarak karşılanıyor
diye biliyorum. Ümit Kıvanç’in Taraf’ta çıkan “Hem Cemaat’e hem Ergenekon’a çalışıyoruz” yazısını Alper Görmüş’e cevaben vermek isterim. Ümit Kıvanç’ın o yazısı üzerine benim söyleyecek hiçbir sözüm yok. Yani ona ekleyebileceğim hiçbir şey yok. Aynen de öyledir.
Düştükleri yeri, durdukları yeri bir gözden geçirmekte çok geç kaldılar. Hiç değilse şimdi yapmalarını öneririm herkese, Alper Görmüş’e de. O yazıda sadece bana en komik gelen yeri söylemek isterim; Hrant’ın fotoğrafını The Guardian’a o yazıya koydurtmak, kendisi de gazeteci olduğu için bildiğini zannediyorum. Söylediği şeyi kötü niyetle açıklayabilirim sadece. Tabii ki o fotoğrafı oraya ben koymadım. Gazeteler öyle çalışmaz, bunu da kendisi çok iyi bilir. Bunu bilmesine rağmen, hakkımda böyle zorlama suçlamalar yapmasını kötü niyetten başka bir şey ile açıklayamıyorum.
Paul Auster bile Ergenekoncu damgası yedi. Nereye doğru gidiyoruz?
Onun da metinleri demek ki yapısökümüne muhtaç. Onun da Ergenekoncu olduğunu göstermek için ona da bir yapısökümü yaparlar herhalde yakında.
Cüneyt Özdemir ile başbakan arasında bir “dindar-tinerci” polemiği oldu, bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Cüneyt Özdemir başbakandan özür diledi diyenler var. Ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?
“ÇIKARILMAMI ONAYLAYAN BİR ZİHNİYETİN GERİ ATMASI NORMAL”
Cüneyt özür dilemeseydi sanırım yanında çok insan olurdu. Çok üzüldü, sinirlendi biliyorum. Ama hiç üzülmesin, sinirlenmesin. Özür dileyince öyle olur. Özür diledi mi bilmiyorum aslında. Geri adım attı sanıyorum. Geri adım atınca öyle olur, bu bir. İkincisi, tarihin bir cilvesidir ki, kendisinin o yayınından iki gün önce benim işten çıkarılmam ile ilgili bir yazı yazmıştı “ee sosyal medya bunları yaparsan, böyle şeyler başına gelir” gibi komik şeyler yazdı. Benim sosyal medyada yazdıklarım ile köşemde yazdıklarım arasında hiçbir fark yok. Aynıdır yani. Bende o zaman şunu demek isterim, özür dilersen başına bunlar gelebilir.
Çıkarılmam ile ilgili, onu onaylayan bir şey yazarsa öyle bir zihniyetin geri adım atması da normal. Ama o zaman işte her şeyin bir bedeli var. Bak şimdi ben bedel ödüyorum.
Tutuklu arkadaşlarımız geri adım atmadıkları için cezaevinde bedel ödüyor. Biz işsiz kalarak ödüyoruz. Bir sürü arkadaşlarımız sabahları hiç kalkmadıkları kadar erken kalkıp, tedirginlikle camdan dışarı bakarak ödüyor. O da öyle ödeyecek. Özrün de öyle bir bedeli var.
Tutuklu gazeteciler derken, sadece Ahmet Şık, Nedim Şener ya da Mustafa Balbay üzerinden gidiliyor. Peki sizce Soner Yalçın’a haksızlık edilmiyor mu?
“TÜRKİYE CİDDİ POLİTİK ÇÖZÜLME VE SAVRULUŞTAN GEÇİYOR”
Ben kişiler olarak görmüyorum. Bizim meselemiz uzun tutukluluk süreleridir ve içinde somut deliller olmayan iddianamelerdir. O öyle, bu böyle falan filan. Aslında keşke hepimizin hukuk anlayışı şöyle olabilse; Hanefi Avcı, işkenceci bir polistir. Bir gün onun işkenceden
yargılanmasını istiyorum. Ama bugün kitabından dolayı yargılanıyor. Kitabından dolayı kimse yargılanamaz diyebilsek keşke. Ama ülke o kadar ciddi bir politik çözülmeden, savruluştan geçiyor ki temel hukuk değerlerini savunmak, sizin faşist ya da Ergenekoncu ilan
edilmenize ve hemen akabininde de cezaevine alınmanıza neden olabileceği için sanıyorumherkes olmasa da çok büyük bir çoğunluk askeri müştereklerden vazgeçmiş durumda.
Bugünlerde “sivil dikta” kavramı çok konuşulmaya başlandı bazı çevreler tarafından. Türkiye için tam anlamıyla ifade özgürlüğünün olmadığı otoriter bir ülke tanımlaması yapabilir miyiz? Türkiye faşizan bir ülke olmaya doğru mu gidiyor?
“YASALAR İKTİDAR TARAFINDAN KÖTÜYE KULLANILMAYA ÇOK AÇIK”
Böyle işlerin belgesi olmaz. Ama herkes, hep birlikte korkuyorsa demek ki bir problem vardır. Her şeyi bir kenara bırakalım. Bütün yasaları, anayasayı falan filan… Büşra Ersanlı’ya cezaevindeyken daktilo verilmemesi ortada bir hıncın, hırsın, kötücül bir durumun olduğunun
en net ifadelerinden bir tanesidir. Bizim yasalarımız siyasal iktidar tarafından kötüye kullanılmaya çok açık. Terörle mücadele yasası başta olmak üzere. Bu değiştirilmediği sürece, bu iktidarda her türlü otoriterlik suçlaması ve eleştirisi ile karşılaşacaktır.
Medya tek tipleşemeye doğru gidiyor diyebilir miyiz?
“MEDYA NECEFLİ MAŞRAPA HALİNE GELDİ”
Medya tek tipleşti zaten. Komedi gibi ya. İnsanlar haber kanallarını açmıyorlar artık haber izlemek için. Twitter’a giriyorlar. Yani biliyorsunuz, mesela çok büyük bir dava var Hopa Davası ya da gazeteciler davası. Tırnak içinde twitter “yıkılıyor” o tabirle. Fakat televizyonu
açıyorsunuz, necefli maşrapa türevi bir takım programlar. Medya tek tip oldu. Medya necefli maşrapa oldu. En büyük, en önemli örneği Uludere idi. Ama sadece politik değil. Van meselesi de. Gerçi o da politik bir mesele ama. Van depreminde de öyle oldu. Hiçbir konu hakkında konuşmak istemiyor insanlar, çok korkuyorlar.
Ak Parti ve liberaller arasında evlilik bitti deniyor.
“AKP, LİBERALLERİ BOŞADI”
Yoo bak, boşanmamak için direnen köşe yazarı arkadaşları görüyoruz yani. AK Parti onları boşadı, onlar hala evi terk etmiyorlar. Benim ile ilgili yazı yazanlara bakarsın,
görürsün kimler var. (Mustafa Akyol olabilir mi dediğim zamanda artık daha fazla isim söylemeyeceğim, çok söyledim diyip gülüyor.)
Liberaller ile evlilik bitti. Peki şimdi de, bu son yaşanan gelişmelerden sonra cemaat ile de Ak Parti’nin evliliği bitiyor olabilir mi?
“AKP-CEMAAT BİRBİRİNE DÜŞER DİYE BEKLENMESİN. ÖYLE BİR ŞEY
OLMAYACAK”
AKP çok üst düzey ve çok geniş bir siyasal koalisyon. Onun için de elbette kavgalar olacaktır. Türkiye’de yeni bir ekonomik pasta var. Yeni oluşan sınıflar var. Bunların içinde tabii ki vurdulu kırdılı bir takım olaylar olacaktır. Zaten vardı bu gerilim. Şimdi biz suyun üzerine çıkınca görüyoruz. Devam da edecektir. Ama şimdi bu hareketin dışında olan insanlar şunu
anlamıyorlar, bu hareketin çok gelişmiş ve çok esnek bir konsensus teamülü var. O teamül yine devreye girer, bu işler yine çözülür. Mavi Marmara’dan sonra o konsensusta hafif bir çatlak olacak gibi olmuştu. Hiç unutmam Hakan Albayrak, Fetullah Gülen açıklama yaptıktan sonra “bağrımıza taş basacağız, daha beraber yürüyecek çok yolumuz var” demişti. Yani Mavi Marmara yola çıkmadan önce izin alınması lazımdı dedikten sonra, böyle dediğini
hatırlıyorum. Dolayısıyla aynı teamül devreye girecektir ve bağırlara taş basılıp, artık kim basarsa bağrına taş, o yolda yürünmeye devam edilecektir. Yani kimse bunlar patladı, çatladı, işte birbirlerine düştüler diye beklemesin. Öyle bir şey olmayacak. Bence olmayacak.
MİT-Emniyet-AKP üçgeninde yaşanan son olayları nasıl yorumluyorsunuz? Gazetecilerin takip edilip, dinlenmesi ne kadar doğrudur?
Mehmet Baransu’ya gelene kadar da yanlıştı, Mehmet Baransu’dan sonra da yanlış. Sadece bunu söyleyeceğim.
Bana öyle geliyor ki toplum öyle bir gelişiyor, öyle bir zihniyet oluşuyor ki fikrime ve zihniyetime ters olsa dahi hükümete yakın olmalıyım algısı var. Bu ne kadar doğru?
“AHLAKI BOZUŞMAYI, AHLAKİ ZAYIFLIĞA BAĞLAMAK DOĞRU DEĞİL”
Doğru değil tabii ki ama yani buna bütün siyasal çerçeve içinde bakarsan, yaşamak için insanlara başka çare bırakmadılar. Şimdi ben tek başına bir insanım. Çocuğum yok. Ben çocuğu olan bir insan olsaydım, çok daha büyük korkularım olurdu. Hükümeti savunan yazılar yazar mıydım, hayır yazmazdım ama susmayı yeğleyebilirdim çünkü insanlar bu ülkede yaşıyorlar, gidecek yerleri yok. Çocukları var. Bu ortam yaratıldıktan sonra, insanlarda
ki ahlaki bozuşmayı sırf o insanların ahlaki zayıflığına bağlamak doğru değil. Bu korku imparatorluğunun yaratılması yanlış. Durum ortada.
“KİMSE SIRA KENDİNE GELENE KADAR KONUŞMAYACAK”
Türkiye’de iktidar ile iyi geçinmeyen insanların başına işler gelmiştir ve o insanlar hep yok edilmeye çalışılmıştır, yani susturulmaya çalışılmıştır. Şimdi de aynı şey oluyor, çok yaratıcı yeni bir yöntem bulunmadı bu konuda. Bu sefer başka yöntemler uygulanıyor. İnsanların ilişkilerini, meslektaşları ile ilişkilerini bozmak üzerine kurgulanmış bir psikolojik savaş var
bence. Gazeteci, gazeteciyi savunmuyor. En iyi savunması gereken zamanda. Benden nefret edersin, Ahmet’ten hoşlanmazsın, Nedim’den haz etmezsin apayrı konular bunlar. Ama kimse sıra kendine gelene kadar konuşmayacak, öyle anlaşılıyor.
İşsiz kaldıktan sonra herhangi bir yerden teklif geldi mi?
Hayır, ana medyadan gelmedi. Beklemiyorum da zaten. O kadar kolay değil. Yani bir kere böyle siyasal bir nedenle ortada kalınca, ondan sonrası o kadar kolay değil.
Korkuyor musunuz peki?
Korkuyorum! Korkmanın da en mantıklı şey olduğunu düşünüyorum bu ara….
Korkmak. Belki bir yere kadar. Ama Ece Temelkuran gibi inadına yazacağız, inadına konuşacağız. Düşünce ve ifade özgürlüğünün bu kadar kısıtlanmasına daha ne kadar
tahammül edilir. Durmadan konuşacağız, hakkımızı ve hakları arayacağız. Ece Temelkuran ve onun gibi olan gazeteci, düşünce insanı, akademisyenler için bir olup birbirimize sahip çıkacağız.
Mevcut iktidarın bir gün Voltaire gibi düşünmesi dileğiyle; “Fikirlerinizden nefret ediyorum.
Ama onları savunabilmeniz için hayatımı feda etmeye hazırım”.
|